TİCARET HUKUKU

MARMARA ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRENCİ NOTLARI


Başta Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi olmak üzere köklü bir çok üniversitede Ticaret Hukuku dersi öğrencilerin en zorlandığı derslerin başında gelir. Bu sebeple bu dersi sınavlara yardımcı olması maksadıyla öğrenci gözüyle anlatmaya çalıştık.  (Tabi bu notu hocalarımızın derste anlattıklarını irdeleyerek ve düzenleyerek oluşturduk.)

Ticaret hukuku üniversitemizde,

​• Ticari İşletme Hukuku

​• Kıymetli Evrak Hukuku

​• Şirketler Hukuku

olmak üzere 3 başlık altında işlenir. Ticari İşletme Hukuku ve Kıymetli Evrak Hukuku güz döneminde, Şirketler Hukuku ise bahar döneminde anlatılır.

TİCARET HUKUKUNDA SİSTEMLER

​Bu konuda 3 sistemden bahsedilir.

            ​1. Sübjektif Sistem

​2. Objektif Sistem

​3. Modern Sistem

Sübjektif sistem taciri esas alır. Bu sisteme göre bir işin ticari iş sayılabilmesi için tacir tarafından yapılması gerekir. Objektif sistemde ise ticari iş esastır. Üçüncü sistemimiz olan modern sistemde ise ticari işletme esas alınmıştır. Burada tacir ticari işletmeyi işleten kişiye denir. Ticari işletmede yürütülen faaliyet ticari iştir. Yani modern sistemde  kavramlar ticari işletme esas alınarak tanımlanır. TTK'da modern sistem esas alınarak düzenlenmiştir.

TİCARİ İŞLETME HUKUKU


Ticari işletme hukuku, ticari işletmelerin kuruluşu, yönetimi, işleyişi, sonlandırılması ve ticari işlemleri ile ilgili hukuki düzenlemeleri kapsar. Ticari işletme hukuku, Türk Ticaret Kanunu ve diğer ilgili mevzuatlar tarafından düzenlenmektedir.

Ticari işletme, TTK’nın 11.  maddesinin 1. fıkrasında;

‘’ Ticari işletme, esnaf işletmesi için öngörülen sınırı aşan düzeyde gelir sağlamayı hedef tutan faaliyetlerin devamlı ve  bağımsız şekilde yürütüldüğü işletmedir. ‘’

şeklinde tanımlanmıştır. Bu maddeyi adınız gibi bilin... 

Madde metninden de  anlaşılacağı üzere ticari işletmenin varlığından söz edebilmek için bir takım unsurlar aranır. Ticari işletmeyi unsurlara ayırarak tanımlamak konunun daha iyi anlaşılması ve tanımlamanın somut bir hal alabilmesi için önemlidir.

Bu unsurlar konusunda doktrinde muhtelif ayrımlar söz konusu olmakla birlikte fakültemizde hocalarımız genellikle şu üç unsurdan söz eder:


1.Gelirin Esnaf İşletmesi İçin Öngörülen Sınırı Aşan Düzeyde Hedeflenmesi: Öncelikle sınırı aşan düzeyde gelir sağlanması şart değildir, bunun hedeflenmesi yeterlidir. İkinci olarak faaliyetin,  bedeni  çalışmadan  daha ziyade  sermayeye  dayanması gerekir, bunu da TTK 15'ten yani esnaf tanımından çıkarıyoruz.

TTK 11/2 ‘’ Ticari işletme ile esnaf işletmesi arasındaki sınır, Cumhurbaşkanı kararıyla belirlenir. ‘’ şeklinde ifade edilse de henüz bu konuda Cumhurbaşkanı Kararı çıkarılmamıştır. Halihazırda bu konuda 2007 tarih ve 12365 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı bulunmaktadır. Bu Bakanlar Kurulu Kararının içeriği esnaf ve sanatkâr ile tacir ayrımıdır. Karar doğrudan bu ayrımı belirlemek üzere çıkarılmıştır.

NOT: Az önce bahsettiğimiz 2007 tarihli Esnaf ve Sanatkâr ile Tacir ve Sanayicinin Ayrımına İlişkin Bakanlar Kurulu Kararında esnaf ve sanatkâr siciline kayıtlı kişiler, yıllık alım veya satım tutarları veya brüt iş hasılatından belirlenen sınırları aşsalar bile ticaret siciline kayıt yaptırmak zorunda değillerdir. Ancak, yıllık alım veya satım tutarları veya brüt iş hasılatından belirlenen sınırın altı katını aşanlar, kayıtları esnaf ve sanatkâr sicili aracılığıyla ticaret siciline aktarılırlar. Yani, yıllık alım veya satım tutarları veya brüt iş hasılatından öngörülen sınırın altı katını aşmayan kişilerin işletmeleri ticari işletme olarak kabul edilse bile esnaf ve sanatkâr sicilinde kalmaya devam edebilirler.

2.  Devamlılık: Bir işletmenin ticari işletme olarak nitelenmesi için, devamlı işletilen bir işletme olması zorunludur. Devamlılıktan kastedilen faaliyetin düzenli bir şekilde icra edilmesidir. Bu sebeple   tesadüfen ve geçici amaçlarla yapılan faaliyetlerin varlığı halinde ticari işletmeden söz edilemez. Ticari işletmenin faaliyetlerinin kesintiye uğraması ticari işletme niteliğini ortadan kaldırmaz.

3. Bağımsızlık: Ticari işletmenin faaliyetlerini yürütürken başka bir işletmeye bağlı olmadan kendiliğinden işlemler yapabilmesidir.

Bahsedilen bu unsurların birlikte bulunması gerekir.  Bu şartların gerçekleşmesiyle ticari işletme niteliği kendiliğinden kazanılır. Eğer bu unsurlardan biri kaybedilirse bu durumda ticari işletme niteliği kendiliğinden yitirilir.


NOT: Hocaların sınavlarda sormayı sevdiği ticari işletmenin unsurları konusu hem bağımsız şekilde ayrı bir soru olarak sorulabilir hem de bir çok sorunun içerisinde başlangıçta ticari işletmenin varlığının tespit etmeye yarar. Bu yüzden en önemli ve temel konu diyebiliriz...

 

a. MERKEZ VE ŞUBE KAVRAMLARI

Ticari işletmelerin mutlaka bir merkezi olur. TTK'nın 40 maddesine baktığımızda da dolaylı olarak bu sonucu çıkarırız. 

''MADDE  40-  (1)  Her  tacir,  ticari  işletmenin  açıldığı  günden  itibaren  onbeş  gün  içinde, ticari  işletmesini  ve  seçtiği  ticaret  unvanını,  işletme  merkezinin  bulunduğu  yer  ticaret  siciline tescil  ve  ilan  ettirir.''

Ticari işletmenin merkezi, işletmenin idari, hukuki ve ticari faaliyetlerinin yürütüldüğü yerdir. Bazı hallerde idari, hukuki ve ticari faaliyetlerin yürütüldüğü yerler farklı  olabilir. Bu durumda merkez idari faaliyetlerin yürütüldüğü yerdir.

Şube ise TSY m. 118'de Şube tanımı başlığı altında şu şekilde tanımlanmıştır: 

MADDE 118- (1) Bir ticari işletmeye bağlı olup ister merkezinin bulunduğu sicil çevresi içerisinde isterse başka bir sicil çevresi içinde olsun, bağımsız sermayesi veya muhasebesi bulunup bulunmadığına bakılmaksızın kendi başına sınai veya ticari faaliyetin yürütüldüğü yerler ve satış mağazaları şubedir.

Bu madde hükmünden de anlaşılacağı üzere şubeden söz edebilmek için birtakım şartların bulunması gerekir. Bu şartlar;

​•        Merkeze Bağımlı Olma

​•        Dış İlişkilerde Bağımsızlık

​•        Yer ve Yönetim Ayrılığıdır.

Şube iç ilişkilerinde merkeze bağlıdır bu bağlılık idari açıdan bir bağlılıktır ancak dış ilişkilerde bağımsızdır. Yani şube üçüncü kişilerle (örn. müşterilerle) merkeze bağlı olmadan işlemler yapabilme yetkisine sahiptir.

Şube merkezden ayrı bir yönetime  de sahiptir. Şubenin, merkezden ayrı bir muhasebesi olmalı ve ticarî defterlerinin tutulması gerekir. Yer bakımından ise merkezden farklı bir yerde bulunması gerekmez aynı bina içerisinde dahi bulunabilir ancak ayrı bir muhasebesinin ve ticari defterinin bulunması şartıyla...

Şube olmanın bir takım hüküm ve sonuçları vardır:

-​Ticaret unvanı bakımından; Şube, merkezden ayrı bir ticaret unvanı kullanamaz. Her şube, kendi merkezinin ticaret unvanını, şube olduğunu belirterek kullanmak zorundadır.

-​Ticari İşletmenin Devri Bakımından; Ticari işletmenin devredilmesi halinde, devrin kapsamına şubeler de dahildir (TTK m. 11/3).

​-Yetkili Mahkeme  Bakımından: Bir şubenin işlemlerinden doğan davalarda, merkezin bulunduğu yer mahkemesinin yanı sıra, o şubenin bulunduğu yer mahkemesi de yetkilidir (HMK m. 14/).

​-Tescil Bakımından: Merkezi Türkiye’de bulunan ticari işletmelerin şubeleri de bulundukları
yerin ticaret siciline tescil ve ilan olunur. Kanunda aksine hüküm bulunmadıkça merkezin bağlı olduğu sicile geçirilen kayıtlar şubenin bağlı bulunduğu sicile de tescil olunur.  (TTK m. 40/3).


b. TİCARİ İŞLETMEYE KONU OLAN BAZI HUKUKİ İŞLEMLER


Bu başlık altında anlatılacak olan ticari işletme devri ve rehni konuları çok tekniktir. Hocaların sormayı sevdiği konulardır. O yüzden yalnız TTK' ya değil TBK ve ilgili yönetmeliklere de göz gezdirmeniz gerekir.

1.  Ticari İşletme Devri

TTK 11/3’e göre taraflarca aksi kararlaştırılmamış ise ticari işletme devri ile ticari işletmede yer alan duran malvarlığının, işletme değerini, kiracılık hakkını, ticaret unvanı ile diğer fikrî mülkiyet haklarını ve sürekli olarak işletmeye özgülenen malvarlığı unsurlarının devredildiği kabul edilir. Ancak, taraflar aralarında kararlaştırdıkları takdirde münferit bazı unsurları devir dışında tutabilirler, örneğin, ticaret unvanının ticari işletme ile birlikte devredilmeyeceğini kararlaştırabilirler.

TBK 202. madde anlamında bir işletme devrinin söz konusu olması için işletmenin tüm aktif ve pasifleri ile birlikte devredilmesinin gerekli olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, bu ifadeden, bir ticari işletmenin malvarlığına dâhil bütün unsurlarının devrinin anlaşılmaması gerekir. Eğer, ticari işletme devri sonucu devredilen malvarlığı ile ticari işletmenin faaliyetinin devamı mümkün ise, münferit bazı unsurların devredilmemesi TBK madde 202’nin uygulanmasına engel olmaz.

TTK’nın 11. maddesi ile ticari işletme devir sözleşmesinin ve de ticari işletmeyi bir bütün hâlinde konu alan diğer sözleşmelerin yazılı olarak yapılacağını belirterek yazılı şekil şartı getirilmiştir.

Devrin şekli açısından genel hükümler çerçevesinde taahhüt ve tasarruf aşamalarını ayrı ayrı ele almak gerekirken, TTK’nun 11/3. maddesinde; ticari işletmenin, içerdiği malvarlığı unsurlarının devri için zorunlu tasarruf işlemlerinin ayrı ayrı yapılmasına gerek olmaksızın bir bütün hâlinde devredilebileceği, devir sözleşmesinin yazılı olarak yapılacağı ve ticaret siciline tescil ve ilan edileceği düzenlenmiştir.

F. Malvarlığının veya işletmenin devralınması

MADDE 202- Bir malvarlığını veya bir işletmeyi aktif ve pasifleri ile birlikte devralan, bunu alacaklılara bildirdiği veya ticari işletmeler için Ticaret Sicili Gazetesinde, diğerleri için Türkiye genelinde dağıtımı yapılan gazetelerden birinde yayımlanacak ilanla duyurduğu tarihten başlayarak, onlara karşı malvarlığındaki veya işletmedeki borçlardan sorumlu olur.

Bununla birlikte, iki yıl süreyle önceki borçlu da devralanla birlikte müteselsil borçlu olarak sorumlu kalır. Bu süre, muaccel borçlar için, bildirme veya duyuru tarihinden; daha sonra muaccel olacak borçlar için ise, muacceliyet tarihinden işlemeye başlar.

Borçların bu yoldan üstlenilmesinin sonuçları, dış üstlenme sözleşmesinden doğan sonuçlarla özdeştir.

Bildirme veya ilanla duyurma yükümlülüğü devralan tarafından yerine getirilmedikçe, ikinci fıkrada öngörülen iki yıllık süre işlemeye başlamaz. 

TTK 11/3

(3) Ticari işletme, içerdiği malvarlığı unsurlarının devri için zorunlu tasarruf işlemlerinin ayrı ayrı yapılmasına gerek olmaksızın bir bütün hâlinde devredilebilir ve diğer hukuki işlemlere konu olabilir. Aksi öngörülmemişse, devir sözleşmesinin duran malvarlığını, işletme değerini, kiracılık hakkını, ticaret unvanı ile diğer fikrî mülkiyet haklarını ve sürekli olarak işletmeye özgülenen malvarlığı unsurlarını içerdiği kabul olunur. Bu devir sözleşmesiyle ticari işletmeyi bir bütün hâlinde konu alan diğer sözleşmeler yazılı olarak yapılır, ticaret siciline tescil ve ilan edilir.

 Buradaki tescil kurucu niteliktedir.


PRATİK ÇALIŞMA: Tacir A, M'nin taşınmazında faaliyet gösterdiği ticari işletmesini 01.02.2021 tarihinde B'ye devretmiştir. Yapılan devir sözleşmesinde A'nın bir başka tacir olan C'ye karşı 200.000 TL tutarında borç devrin kapsamı dışında tutulmuştur. Bu sözleşme yazılı olarak akdedilmiş ve ticaret siciline A tarafından tescil edilmiştir. Ne var ki A'nın tüm ihtarlarına rağmen B, devrin alacaklılara bildirimini gerçekleştirmemiştir.

1. A ile B arasında akdedilen sözleşme 200.000 TL tutarındaki borcun kapsam dışında bırakılıp bırakılamayacağını doktrindeki görüşleri de ileri sürerek açıklayınız.

CEVAP: İlk olarak TTK'nın 11. maddesi kapsamında ''Ticari işletme, içerdiği malvarlığı unsurlarının devri için zorunlu tasarruf işlemlerinin ayrı ayrı yapılmasına gerek olmaksızın bir bütün hâlinde devredilebilir'' deniliyor.  

İkinci olarak 11. maddede ''Aksi öngörülmemişse, devir sözleşmesinin duran malvarlığını, işletme değerini, kiracılık hakkını, ticaret unvanı ile diğer fikrî mülkiyet haklarını ve sürekli olarak işletmeye özgülenen malvarlığı unsurlarını içerdiği kabul olunur.''  deniyor. Burada sayılan unsurlar sınırlı sayıda değildir. Fakat bu sayılan unsurları taraflar devrin kapsamı dışına çıkarmadılarsa bunların tamamının devralana geçtiğini kabul ederiz. 

Soruda bize asıl sorulmak istenen husus bu aktiflerin ve pasiflerin birbirinden ayrılıp ayrılamayacağıdır. Sadece işletmenin aktiflerini devrederek pasiflerini kapsam dışında bırakabilir miyiz? Burada işletmenin borçlarının devrin kapsamı dışında tutulup tutulamayacağı ile ilgili doktrindeki görüşleri belirtmeniz bekleniyor.

Aktiflerde şöyle bir husus var, işletmenin devirden sonra devamlılığını sürdürebilecek seviyede aktif malvarlığı unsurlarının devri gerekmektedir. Bu aktiflerin devrinden sonra karşı tarafa belli bir miktar pasifi ya da tüm pasifleri devir kapsamı dışında bırakılıp bırakılamayacağı konusuna ilişkin doktirinde muhtelif görüşler vardır.

İlk görüşe göre pasifler ve aktifler birlikte devredilmelidir. Çünkü TTK m. 11/3 emredici niteliktedir. Emredici hükme aykırı davranışlar sözleşmenin tamamen geçersizliğine sebep olur. 

İkinci görüşe göre yine bir geçersizlik söz konusudur fakat sadece pasiflerin kapsam dışında bırakıldığına ilişkin hükümler geçersiz olur ve pasiflerde aktifler ile beraber devredilmiş gibi devir sözleşmesi hüküm ve sonuçlarını doğurur.

Son dönemde ağırlık kazanan ve hocalarımızın da kabul ettiği görüşe göre ise, pasifler tamamen ya da kısmen devrin kapsamı dışında tutulabilir. Aktiflerle birlikte pasiflerin devredilmesine ilişin bir emredicilik bulunmamaktadır. Madde 11/3'ten yola çıkarsak işletmenin faaliyetine devam edecek kadar aktifinin karşı tarafa devredilmesi zorunludur. Ancak aktifler için böyle bir zorunluluk bulunmasına rağmen pasifler için böyle bir zorunluluk bulunmamaktadır.

2. Devrin alacaklıklara bildirim yahut ilan yükümlülüğü kime aittir?  Devreden ve devralanın somut olaydaki sorumluluğunun ne zaman başlayacağını, doktrindeki görüşler ışığında değerlendiriniz.

CEVAP : Ticari işletmenin devri dediğimiz zaman iki tane kanun maddesine müracaat etmeniz gerekecek. Bunlardan ilki TTK m. 11/3, diğeri ise TBK m. 202'dir. İşletmenin devredilen aktifleri bakımından bakacağımız madde TTK 11/3 olmalıdır. Pasifler bakımından ise TBK 202 olmalıdır. Ticari işletmenin devrinde sorumluluk ile ilgili bir soru geldiğinde ise bu iki maddeyi birlikte ele almanız gerekmektedir. 

''MADDE 202- Bir malvarlığını veya bir işletmeyi aktif ve pasifleri ile birlikte devralan, bunu alacaklılara bildirdiği veya ticari işletmeler için Ticaret Sicili Gazetesinde, diğerleri için Türkiye genelinde dağıtımı yapılan gazetelerden birinde yayımlanacak ilanla duyurduğu tarihten başlayarak, onlara karşı malvarlığındaki veya işletmedeki borçlardan sorumlu olur.

Bununla birlikte, iki yıl süreyle önceki borçlu da devralanla birlikte müteselsil borçlu olarak sorumlu kalır. Bu süre, muaccel borçlar için, bildirme veya duyuru tarihinden; daha sonra muaccel olacak borçlar için ise, muacceliyet tarihinden işlemeye başlar.

Borçların bu yoldan üstlenilmesinin sonuçları, dış üstlenme sözleşmesinden doğan sonuçlarla özdeştir.

Bildirme veya ilanla duyurma yükümlülüğü devralan tarafından yerine getirilmedikçe, ikinci fıkrada öngörülen iki yıllık süre işlemeye başlamaz. ''

Olayda bir devreden bir de devralan var. Sorumuzda A devreden, B devralandır. Bu iki kişinin sorumlulukları birbirinden farklıdır. 202/2'ye baktığımızda devredenden yani A'dan bahsediyor. İki yıl süreyle önceki borçlardan devralan ile birlikte müteselsilen sorumlu olacaktır. Bu sorumluluk bildirim tarihinden itibaren başlar, eğer borç muaccel değilse muaccel olacağı tarihten itibaren başlar. Bu devredenin yani A'nın sorumluluğudur.

Devralanın sorumluğunun başlangıç zamanı konusunda doktrinde çeşitli tartışmalar bulunmaktadır. 

Olayda B işletmeyi devralmıştır ve devraldığının bildirme yükümlülüğü kendisinin üzerindedir. B burada ilanı geç yaparak sorumluluktan kurtulabilir, görüşler bu sebeple çıkıyor.

Bir görüşe göre; burada bildirim ve ilanın önemi devredenin sorumluluğunun başlangıcıdır. Bildirim yapılsa da yapılmasa da devralanı, devraldığı andan itibaren sorumlu tutulmalıdır. 

İkinci görüşe göre; eğer devralan bu ilanı ve bildirimi gerçekleştirmezse o zaman aktif ve pasifte devralana geçmez ve devralanın sorumluluğu da başlamaz.

Son olarak, kabul edilen bir görüşe göre ise, aktiflerin devralana geçmediğinden bahsedemeyiz zira bu kanun hükmüne açıkça aykırılık teşkil eder ancak pasifler bakımından TBK 202'yi uygularız ve mutlaka devralanın ilan ve bildirimini yapmasını bekleriz. Eğer devralan bunu yapmaz ise o zaman alacaklılar  tasarrufun iptali kurumuna müracaat edebilirler.

PRATİK ÇALIŞMA 2 : Şanlıurfa Siverek'te bulunan bir beyaz eşya dükkanına sahip olan tacir Serkan, ekonomik kriz sebebiyle işlerini yürütemez ve beyaz eşya dükkanını arkadaşı İbrahim'e  devretmeyi düşünür. 01.01.2021 devir gerçekleşir. Ancak Serkan devirden önce beyaz eşya dükkanı için  X Bankasına 50.000 Tl  borçlanmıştır.

Soru: Serkan ticari işletmesinin İbrahim'e nasıl devredebilir? Bu devir işlemi için gerekli şartları sıralayarak açıklayınız.  Serkan işletmeyi İbrahim'e devretmesine halinde X bankasına olan borçtan sorumluluğu devam eder mi?  Açıklayıcınız.

Cevap:  Somut olayda Serkan ticari işletmesini İbrahim'e devretmek istemektedir. Ticari işletme devri söz konusu olduğunda Ticaret Kanununda m. 11/3'e, Borçlar Kanununda ise m. 202'ye bakmamız gerekiyor. TTK 11/3'e göre ticari işletme, içerdiği malvarlığı unsurlarının devri için zorunlu olan tasarruf işlemlerinin ayrı ayrı yapılmasına gerek kalmaksızın bütün olarak devredebilir, denilmektedir. Bunun için yapılacak devir işleminin yazılı olması ve ticaret siciline tescil ve ilan edilmesi gerekir. 

Bu durumda Serkan ile İbrahim arasındaki devir sözleşmesinin yazılı olarak yağılması ve ticaret siciline tescil ve ilan edilmesi gerekir.

Ticari işletmenin bütün halinde devri durumunda, işletmenin borçlarına ilişkin olarak ise, TBK 202'de  özel bir düzenleme olduğu için bu maddeye bakarız.

''MADDE 202- Bir malvarlığını veya bir işletmeyi aktif ve pasifleri ile birlikte devralan, bunu alacaklılara bildirdiği veya ticari işletmeler için Ticaret Sicili Gazetesinde, diğerleri için Türkiye genelinde dağıtımı yapılan gazetelerden birinde yayımlanacak ilanla duyurduğu tarihten başlayarak, onlara karşı malvarlığındaki veya işletmedeki borçlardan sorumlu olur.

Bununla birlikte, iki yıl süreyle önceki borçlu da devralanla birlikte müteselsil borçlu olarak sorumlu kalır. Bu süre, muaccel borçlar için, bildirme veya duyuru tarihinden; daha sonra muaccel olacak borçlar için ise, muacceliyet tarihinden işlemeye başlar.

Borçların bu yoldan üstlenilmesinin sonuçları, dış üstlenme sözleşmesinden doğan sonuçlarla özdeştir.

Bildirme veya ilanla duyurma yükümlülüğü devralan tarafından yerine getirilmedikçe, ikinci fıkrada öngörülen iki yıllık süre işlemeye başlamaz. ''

Bu hükümden de anlaşılacağı üzere bir işletmeyi aktif ve pasifleriyle birlikte devralan kişi bunu alacaklılara bildirdiği veya ticari işletmeler için Ticaret Sicili Gazetesinde ilan ettiği tarihten itibaren işletmenin borçlarından sorumlu tutulur. Burada üzerinden durulması gereken nokta, devralanın sorumluluğu devrin alacaklılara bildirildiği veya ticaret sicili gazetesinden ilan edildiği tarihten itibaren başlar. TBK 202'ye göre alacaklılara bildirim veya ticaret sicili gazetesinde ilandan birinin gerçekleştirilmesi sorumluluğun başlaması için yeterlidir.

Bu bilgiler doğrultusunda somut olay incelendiğinde ticari işletmeyi devralan İbrahim,  işletmesinin X bankasına olan borcunu, devrin X bankasına bildirmesi veya Ticaret Sicili Gazetesiyle duyurulması tarihinden itibaren borçlardan dolayı sorumlu tutulur.

Bu durum bazı hallerde alacaklı açısından bir takım hak kayıplarına sebep olabilir. Zira normalde borcun devri konusunda TBK 196'daki düzenlemeye göre alacaklının onayı gereklidir. Ancak ticari işletmenin devri konusunda TBK 202'de  alacaklının onayı aranmayıp, devrin alacaklıya bildirimi veya Ticaret Sicili Gazetesinde ilanıyla birlikte borcun devralana geçeceği hüküm altına alınmıştır. Bu durumu gidermek için TBK 202/2'de alacaklı lehine önlem niteliğinde hüküm tesis edilmiştir. 

''Bununla birlikte, iki yıl süreyle önceki borçlu da devralanla birlikte müteselsil borçlu olarak sorumlu kalır. Bu süre, muaccel borçlar için, bildirme veya duyuru tarihinden; daha sonra muaccel olacak borçlar için ise, muacceliyet tarihinden işlemeye başlar.''

Bu durumda ticari işletmesini devreden Serkan, devralan İbrahim ile birlikte iki yıl süreyle devirden önceki borçlarla sınırlı olmak üzere müteselsil borçlu sayılır. Yani X bankası 01.01.2023 tarihine kadar Serkan'a da başvurabilir.


2. Ticari İşletme Rehni  

Tacirler ticari faaliyetlerini sürdürürken bazı hallerde krediye ihtiyaç duyarlar. Kredi ise kredi verenler tarafından yeterli miktarda şahsi veya ayni teminat karşılığında verilir.

Kredi verilebilmesi için kredi verene taşınmaz ya da taşınır mallar üzerinde rehin hakkı tanınması gerekir. Taşınmazlarda bu iş tapu siciline tescil yapılmasıyla doğar. Taşınırlar için ise taşınırın zilyetliğinin kredi verene teslim edilmesi gerekir.

Taşınırlar üzerinde kurulan rehin zilyetliğin geçirilmesine bağlı olduğu için bu durum ticari hayatta bir takım sorunlara yol açar. Bu sorunları göz önünde bulunduran kanun koyucu 2016 tarihli 6750 sayılı Ticari İşlemlerde Rehni Kanunu’nu (TİTRK) hüküm altına almıştır.

Bu kanunun 5. maddesine göre ticari işletmenin bütünü üzerinde rehin kurabilmek için, teminat altına alınmasına planlanan borcun, maddede sayılan münferit varlıklar ile karşılanamamış olması gerekir.  Böyle bir kural getirilmesinin sebebi düşük meblağda borçlar için işletmenin tamamını rehin altına almamaktır.

Bu kural Kurulma Yönetmeliği'nin 17/3. maddesi ile ayrıntılı düzenlenmiş ve taşınır varlıklardan bir veya daha fazlasının borç miktarının tamamına ek olarak beşte birinden fazlasını karşılaması hâlinde işletmenin tamamı üzerinde rehin kurulamayacağı ifade edilmiştir. Yönetmeliğin bu hükmü, borç miktarının belli olduğu hallerde uygulanacaktır.

TİTRK'ya göre ticarî işletme üzerinde rehin hakkı kurulması için yapılacak rehin sözleşmesinin tarafları, rehin alacaklısı yönünden;

​•       1.Kredi kuruluşları

​•        3.Esnaf

​•        2.Tacir

olarak belirlenmiştir.

Rehin verenler ise;

​•        Tacir

​•        Serbest Meslek Erbabı

​•        Esnaf

​•        Çiftçi

​•        Üretici Örgütü

Rehin hakkı kurulabilecek bu kişiler dışında TİTRK'ya göre rehin hakkı kurulamaz.

TTK 12/2’ye göre ticarî işletme açtığını ilan yoluyla halka duyuran ya da işletmesini ticaret siciline tescil ettirerek durumu ilan etmiş kişi de, işletmeyi fiilen işletmeye başlamamış olsa bile tacir sayılacağından, başka bir deyişle tacir olmanın hem haklarından yararlanan hem külfetlerine katlanan kişi olacağından rehin sözleşmesine taraf olabilecektir. Buna karşılık, üçüncü kişilere karşı tacir gibi sorumlu olan kişiler (TTK 12/3), tacirlere sağlanan faydalardan yararlanamayacaklarından, TİTRK ile getirilen bu olanaktan yararlanamayacaktır.

Rehin sözleşmesi, elektronik ortamda ya da yazılı olarak düzenlenir. Elektronik ortamda düzenlenen sözleşmenin Rehinli Taşınır Sicili’ne tescil olunabilmesi için sözleşmenin güvenli elektronik imza ile onaylanması şarttır. Sözleşmenin yazılı olarak düzenlenmesi halinde ise taraf imzalarının noterce onaylanması veya sözleşmenin Sicil yetkilisinin huzurunda imzalanması gerekir.

Rehin sözleşmesinde yer alması zorunlu olan hususlar TİTRK 4.6'da gösterilmiştir. Sözleşmede yer alması gereken hususlar arasında, borcun konusu ve miktarı; borcun miktarı belli değil ise ne miktar için güvence oluşturacağı -üst sınır ipoteği, rehin tutarının para cinsi, rehne konu varlık ve bunun ayırt edici özellikleri, rehnin kuruluşunda kabul edilen rehin sistemi ve rehin hakkının Sicil'e tescilinden doğan masrafların hangi tarafa ait olacağı kaydı yer almaktadır.

Ticarî işletme üzerinde rehin ancak Sicile tescille kurulabilecektir.

Ticarî işletmenin tamamı üzerinde rehin kurulması hâlinde rehnin kuruluşu anında işletmenin faaliyetine tahsis edilmiş her türlü varlık rehnedilmiş sayılır.

TİTRK’da işletmenin faaliyetine tahsis edilmiş bazı varlıklar üzerinde bu Kanun'a göre rehin kurulamayacağı belirtilmiştir




c. TİCARİ İŞ VE HÜKÜMLERİ


Ticarî işin belirlenmesinde, TTK'nın 3 ve 19. maddeleri dikkate alınır.

MADDE 3- Bu Kanunda düzenlenen hususlar ile bir ticari işletmeyi ilgilendiren bütün işlem ve fiiller ticari işlerdendir.

1. Ticari iş karinesi

MADDE 19- (1) Bir tacirin borçlarının ticari olması asıldır. Ancak, gerçek kişi olan bir tacir, işlemi yaptığı anda bunun ticari işletmesiyle ilgili olmadığını diğer tarafa açıkça bildirdiği veya işin ticari sayılmasına durum elverişli olmadığı takdirde borç adi sayılır.

(2) Taraflardan yalnız biri için ticari iş niteliğinde olan sözleşmeler, Kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, diğeri için de ticari iş sayılır.

TTK'nın 19/2. maddesinin uygulanabilmesi için önkoşul madde metninden de açıkça anlaşılabileceği gibi taraflar arasındaki ilişkinin bir sözleşmeden kaynaklanmış olmasıdır.

Yukarıda bahsini ettiğimiz maddeler doğrultusunda ticari iş olduğunu tespit ettiğimiz faaliyetlere bir takım sonuçlar bağlanmıştır. Bunlardan ilki;


1.Müteselsil Sorumluluk: TTK'nın 7. maddesinde Teselsül karinesi başlığı altında düzenlenmiştir.

MADDE 7- (1) İki veya daha fazla kişi, içlerinden yalnız biri veya hepsi için ticari niteliği haiz bir iş dolayısıyla, diğer bir kimseye karşı birlikte borç altına girerse, kanunda veya sözleşmede aksi öngörülmemişse müteselsilen sorumlu olurlar. Ancak, kefil ve kefillere, taahhüt veya ödemenin yapılmadığı veya yerine getirilmediği ihbar edilmeden temerrüt faizi yürütülemez.

(2) Ticari borçlara kefalet halinde, hem asıl borçlu ile kefil, hem de kefiller arasındaki ilişkilerde de birinci fıkra hükmü geçerli olur.

TTK 7/1'in uygulanabilmesi için borcun, sadece borçlulardan biri bakımından ticarî iş olması  yeterlidir.

Borcun sadece alacaklı bakımından ticarî iş olduğu hallerde, eğer taraflar arasında bir sözleşme ilişkisi bulunuyorsa, bu borç TTK 19/2 uyarınca borçlular bakımından da ticarî sayılacağından, yine müteselsil borçluluk söz konusu olacaktır.

Ticarî niteliği olmayan borçlara kefalet halinde alacaklı, kural olarak önce borçluyu takip eder, alacağını borçludan alamazsa kefile başvurabilir. Alacaklının, borçluyu takip etmeden ya da varsa taşınmaz rehnini paraya çevirmeden kefile başvurabilmesi, kefilin kefalet sözleşmesinde müteselsil kefil olma iradesini açıklamış olmasına bağlıdır (BK 586). Ticari bir borca kefalet halinde ise, sözleşmede aksi kararlaştırılmış olmadıkça, kefil, borçluyla birlikte müteselsilen sorumlu tutulur

6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'da, teselsül karinesinin uygulanmasını sınırlandıran bir hüküm yer almış bulunmaktadır.


2. Ticari İşlerde Faiz; Faiz,

​-Kapital faizi (anapara) ve

​-Temerrüt faizi (gecikme faizi) olarak ikiye ayrılır.

Kapital faizi, belli bir para tutarını talep hakkına sahip bulunan alacaklıya, bu paradan belli bir süre yoksun kalması nedeniyle borcun vadesine  kadar ödenen karşılığı ifade eder. Temerrüt faizi ise, para borcunu zamanında ödemeyerek temerrüde düșen borçlu tarafından ödenmesi gereken faizdir.

Temerrüt faizi, aksine sözleşme yoksa, vadenin bitiminden ve belli bir vade yoksa ihtar gününden itibaren işlemeye başlar (TTK 10). Haksız fiil halinde fiilin işlendiği; sebepsiz zenginleşmede ise zenginleşmenin gerçekleştiği tarihte temerrüde düşüleceği belirtilmiştir.


Ticari İşlerde Faiz

1. Oran serbestisi ve bileşik faizin şartları

MADDE 8- (1) Ticari işlerde faiz oranı serbestçe belirlenir.

(2) Üç aydan aşağı olmamak üzere, faizin anaparaya eklenerek birlikte tekrar faiz yürütülmesi şartı, yalnız cari hesaplarla her iki taraf bakımından da ticari iş niteliğinde olan ödünç sözleşmelerinde geçerlidir. Şu şartla ki, bu fıkra, sözleşenleri tacir olmayanlara uygulanmaz.

(3) Tüketicinin korunmasına ilişkin hükümler saklıdır.

(4) Bu maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarına aykırı olarak işletilen faiz yok hükmündedir.

2. Uygulanacak hükümler

MADDE 9- (1) Ticari işlerde; kanuni, anapara ile temerrüt faizi hakkında, ilgili mevzuat hükümleri uygulanır.

3. Faizin başlangıcı

MADDE 10- (1) Aksine sözleşme yoksa, ticari bir borcun faizi, vadenin bitiminden ve belli bir vade yoksa ihtar 

gününden itibaren işlemeye başlar.

 

TTK 8/1'de ticari işlerde faiz oranının serbestçe belirlenebileceği ifade edilmiştir. TTK 8/1'deki bu hüküm ticari işler bakımından özel hüküm niteliğinde olduğundan, BK'nın 88 ve 120. maddelerindeki sınırlandırmalar ticari işlerde uygulanamaz.

Faiz Oranları

​a- Kapital Faizinde (ana para); Ticari işlerde taraflar, uygulanacak kapital faizi oranını belirlemede serbest bırakılmışlardır Bu serbestinin sınırları, ahlâk kuralları ve BK'nın aşırı yararlanma (gabin) hakkındaki hükümleri ile çizilmiştir.

Borçlu, aşırı derecede yüksek faiz ödenmesini öngören bir sözleşmeden gabin hükümlerine dayanarak kurtulabilir (BK 28). Ancak eğer borçlu tacir konumundaysa, tacirin ticarî işlerinde tecrübesizliği söz konusu olamayacağından (TTK 18.2), sadece zor durumda kalması  halinin varlığına dayanarak sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmesi söz konusu olabilir.

Kapital faizi ödenmesinin kanunen gerekli olduğu hallerde, taraflar sözleşmede uygulanacak faiz oranını göstermemişlerse, gerek adi gerek ticari işlerde (kanuni) kapital faizi oranı, ilgili mevzuat hükümleri uyarınca yıllık yüzde dokuz olarak uygulanır.

​b- Temerrüt Faizinde; Para borcunu içeren ticarî işlerde taraflar, borçlunun temerrüde düşmesi halinde istenecek temerrüt faizi oranını da serbestçe kararlaştırabilirler.

Taraflar, uygulanacak temerrüt faizi oranını ayrıca belirlememişlerse, temerrüt faizi, kapital faizi oranı olan yıllık yüzde dokuz üzerinden hesaplanır.

Ticarî işlerde temerrüt faizinin hesaplanması konusunda bir özellik vardır. 3095 sayılı Kanun'un 2/II. maddesine göre, T.C. Merkez Bankası’nın önceki yılın 31 Aralık günü kısa vadeli avanslar için uyguladığı faiz oranı, yukarıda açıklanan miktardan fazla ise, arada sözleşme olmasa bile, ticarî işlerde temerrüt faizi bu oran üzerinden istenebilir.

Yabancı para borçlarında; Sözleşmede daha yüksek akdî faiz veya gecikme faizi kararlaştırılmadığı hallerde, yabancı para borcunun faizinde Devlet bankalarının o yabancı para ile açılmış bir yıl vadeli mevduat hesabına ödediği en yüksek faiz oranı uygulanır.

Yabancı para üzerinden yapılan bir sözleşmede “aynen ödeme” kaydı yer almamışsa, borçlu, ödemeyi vade günündeki kur üzerinden Türk parası ile yapabilir

 

d. TİCARİ YARGI

Ticari işletme hukukunda, ticari yargı konusu, ticari işlemlerden doğan uyuşmazlıkların çözümünde görevli olan mahkemelerin belirlenmesi ve yetkilendirilmesi anlamına gelir. Türk Ticaret Kanunu'na göre, ticari işlerle ilgili uyuşmazlıkların çözümünde görevli mahkemeler, Ticaret Mahkemeleridir. Ticaret Mahkemeleri, sadece ticari nitelikli uyuşmazlıkların çözümüne yetkilidir.

Ticari nitelikli uyuşmazlıklar, ticari işletme veya ticari faaliyetlerle ilgili olan uyuşmazlıklardır. Bu kapsamda, tacirler arasındaki uyuşmazlıklar, ticari işletmelerin kuruluşu, yönetimi, tasfiyesi ve ticari defterlerle ilgili uyuşmazlıklar, ticari sözleşmelerden kaynaklanan uyuşmazlıklar gibi durumlar ticari nitelikli uyuşmazlıklar olarak kabul edilir.

Ticari işletme hukuku, ticari yargı konusu hakkında detaylı düzenlemeler içerir ve ticari işletmelerin işleyişindeki hukuki güvenceleri sağlamak amacıyla bu düzenlemelere uyulması önemlidir.

TTK m. 4 ve m. 5’te düzenlenmiştir. Ticari davalar; 

​-Mutlak ticari davalar, 

​-Nispi ticari davalar ve 

​-Bir ticari işletme ile ilgili olan  davalar 

olmak üzere 3 başlık atlında incelenir.

Bir dava eğer ticari dava ise bunun sonucu olarak o dava ticaret mahkemelerinde görülür.

Mutlak Ticari Davalar;  TTK ve diğer kanunlarda ticari dava oldukları belirtilen ya da ticaret mahkemelerinde görülmesi gerektiği hüküm altına alınan davalar mutlak ticari davalardır.

Mutlak ticari davalarda, tarafların sıfatına ve işin ticari işletmeyle ilgili olup olmadığına bakılmaz. Bu davalarda önemli olan kanun tarafından ticari dava sayılmalarıdır.

TTK m.4’te mutlak ticari davalar belirtilmiştir. Buna göre, TTK’da düzenlenen hususlar mutlak ticari dava sayılmaktadır. Bir hususun TTK’da düzenlenmesi, o husustan doğan davanın mutlak ticari dava olması için yeterlidir. Ayrıca tarafların tacir olup olmadıklarına, uyuşmazlığın bir ticari işletmeyle ilgili olup olmadığına bakılmaz.

Her İki Tarafın da Ticari İşletmesiyle İlgili Hususlardan Doğan Davalar (Nispi Ticari Davalar); Bir davanın nispi ticari dava sayılabilmesi için iki tarafında ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan hukuk davaları nispi ticari dava sayılır.

bir davanın nispi ticari dava olabilmesi için bazı şartların birlikte mevcut olması gerekir. Kanunun ifadesi ile; iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan hukuk davaları nispi ticari dava sayılır. Bunun için evvela, söz konusu davanın hukuk davası olması gereklidir.

​•Davanın her iki tarafının da tacir olması gerekir.

​•Her iki tarafın da ticarî işletmesiyle ilgili hususlardan doğmalı

Havale, Saklama ve Fikir-Sanat Eserlerine İlişkin Haklardan Doğan ve Bir Ticari İşletmeyi İlgilendiren Davalar;  Havale, saklama (vedia) ve fikir-sanat eserlerine ilişkin haklardan doğan davaların ticari dava sayılabilmesi için, taraflardan en az birinin ticarî işletmesini ilgilendirmesi gerekir. Herhangi bir ticari işletmeyi ilgilendirmeyen havale, vedia ve fikir-sanat eserlerine ilişkin haklardan doğan davalar ticari dava sayılmaz (TTK m. 4/1).

TİCARİ DAVALARIN GÖRÜLECEĞİ MAHKEMELER; Ticarî davalardan konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır.(TTK 5/A).

TTK 5.1'de dava olunan şeyin değeri veya miktarı dikkate alınmaksızın tüm ticarî davalar ile ticarî nitelikteki çekişmesiz yargı işlerine bakmakla, aksine hüküm bulunmadıkça, asliye ticaret mahkemesi görevli kılınmıştır.

PRATİK ÇALIŞMA (TİCARİ İŞ VE TİCARİ YARGI ORTAK) : Eşya taşımacılığı alanında faaliyet gösteren Muhterem Nakliyat AŞ kuruluşunun 10. yıldönümünü kutlamak üzere şirket merkezinde bir gece organize etmiştir. Kutlama esnasında, dekor olarak kullanılan balonlardan bazıları alev almış ve yan tarafta ikamet etmekte olan bazı kişilerin evleri hasar görmüştür. Kazazedeler, uğradıkları zararı tazmin etmek için harekete geçmek istemektedirler. 

1.Açılacak olan davanın nerede görüşmesi gerekir? 

2. Zarar görenlerin faiz talep etmesi halinde bu faiz hangi oran üzerinden belirlenecektir? 

CEVAP 1: Size böyle bir soru geldiği zaman eğer ticari iş ile ilgili ise burada öncelikle ticari iş olup olmadığını tespit etmeniz gerekir. Zira teselsül karinesi, müteselsil kefalet ve faiz oranlarının saptanmasında ticari iş olup olmadığını belirlemek elzemdir. 

Ticari dava da ise ticari işin saptanması meselesi önemli değildir. Ticari işin saptanması için 2 tane kanun maddesine bakmanız gerekir. Biri TTK m. 3 ve diğeri TTK m.19'dur. TTK 19'da yayma kriteri düzenlemektedir. Bu hükme göre bir taraf için ticari iş niteliğinde olan sözleşmeler diğer taraf için de ticari iş niteliğindedir.

Ticari davalar konusunda ise TTK m. 4-5'e bakmalıyız.... 

Olayımızda Nakliyat AŞ ile diğer tarafta gerçek kişiler bulunmaktadır. Diğer tarafın tacir olup olmadığı ile ilgili bir bilgi verilmemiştir. Sınavlarda böyle bir soru ile karşılaşırsanız tacir olup olmadığı şeklinde iki varsayımla yazmanızı tavsiye ederiz. 

Olayı inceleyecek olursak tacir ve tacir olmayanlar arasında haksız fiil söz konusudur. Ticari iş olup olmadığına baktığımız zaman olayımızda ilgililer arasında sözleşme söz konusu olsaydı TTK m.19/2'deki yayılma kriteri devreye girecekti. Ancak arada bir akdi işlem söz konusu olmadığı için ticari iş yoktur.

TTK m.4'e baktığımızda mutlak ticari davalar, bu kanunda düzenlenen uyuşmazlıklardır, diyor. Yani burada tarafların tacir olup olmadığına bakmıyoruz, işlemin kanunda düzenlenip düzenlenmemesine bakıyoruz. 

Diğer bir ticari davaya vücut verecek uyuşmazlıklar da 4. maddenin b ve c bentlerinde düzenlenmiştir. Bu maddede sayılanlarla ilgili bir uyuşmazlık söz konusu olduğunda tarafların sıfatına bakmaksızın doğrudan Asliye Ticaret Mahkemesi görevlidir. Zira mutlak ticari davadır.

Yarı nispi ticari dava olarak da adlandırdığımız üç kurum, vedia, havale ve fikir ve sanat eserlerinden doğan uyuşmazlıklardır. Yalnız bu uyuşmazlıkları gördüğümüz zaman bir kriterimiz daha olacak. Bu ilişki eğer kaç taraf mevcutsa bu taraflardan mutlaka birinin ticari işletmesini ilgilendirmesi gerekir.

Nispi ticari davada ise iki tarafın tacir ve iki tarafında ticari işletmesini ilgilendirmesini bekleyeceğiz.  Yani burada ilk bakacağımız şey uyuşmazlık TTK kapsamında düzenleniyor mu, eğer düzenlenmiyorsa 4. maddenin işaret ettiği diğer hukuki kurumlara girip girmediğine bakıyoruz. Eğer bunlara giriyorsa tarafların sıfatına gerek olmaksızın direkt ticari dava deriz. Havale, vedia ya da fikir sanat eserlerinden doğan bir uyuşmazlık varsa o halde de sözleşmenin taraflarından bir tanesinin ticari işletmesini ilgilendiriyor mu ona bakarız. Eğer ilgilendirmiyorsa genel yetkili mahkeme görevli olacaktır. Eğer ilgilendiriyorsa ticari dava olduğundan Asliye Ticaret Mahkemesi görevli olacaktır.  Bunların hiçbirini tespit edemediyseniz o  halde bakmanız gereken şey uyuşmazlık iki tarafın da ticari işletmesini ilgilendiren bir husus mu değil mi ona bakarız. 

Olayı incelediğimizde bir haksız fiil söz konusudur. TTK'da bu şekilde bir haksız fiil düzenlenmemiştr. Havale, vedia veya fikir sanat eseri uyuşmazlığı da söz konusu değildir. Dolayısıyla burada ticari dava diyebilmemiz için her iki tarafın da tacir ve her iki tarafında ticari işletmesini ilgilendirmesi gerekir.

Somut olayda tazminat davası vardır ve  Nakliyat AŞ tacir olmasına rağmen diğer taraf tacir değildir. Dolayısıyla ticari işletmelerini ilgilendiren bir uyuşmazlığın olması da söz konusu değildir. O halde burada herhangi bir ticari dava söz konusu değildir. Görevli mahkeme de genel yetkili Asliye Hukuk Mahkemesi olacaktır. 

CEVAP 2: Burada haksız fiili işleyen ile zarar göreinn tacir sıfatına sahip olup olmamasını inceleyeceğiz. Haksız fiilde BK gereğince fiili işleyen kişi temerrüde düşer ve karşı tarafa temerrüt faizi isteme hakkı doğar. 

Normalde haksız fiil değil de bir sözleşme ilişkisi söz konusu olsaydı TTK m.19/2 uyarınca yayma kriterini uygulardık. Yayma kriteri uygulandığında sözleşmenin karşı tarafı için ticari iş olmasa bile bu kişi faiz ödemek zorunda kalabilir.

Olayımızda sözleşme değil haksız fiil söz konusudur. Doktrinde bununla ilgili görüşler mevcuttur. 

Bir görüşe göre; zarar veren ve zarar görenin tacir sıfatına bakarız. Eğer zararı veren tacir ise o halde tacir olmayan karşı tarafa ticari faiz oranı üzerinden faiz ödemesi yapması gerekir. Tam tersi ise yani zararı veren tacir değilse esnafsa, tacir olmayan herhangi bir kişi ise o halde ticari faiz oranı üzerinden faiz istemek hakkaniyete uygun düşmeyecektir. Tacirin bu halde isteyeceği %9 olan adi faiz oranıdır. Ticari faizde kısa vadeli avans faiz oranı üzerinden isteyebiliriz, bu da yıllık %16,75'tir.

Özetleyecek olursak, somut olayda haksız fiil vardır dolayısıyla yayma kriterini uygulayamayız. Taraflardan biri olan AŞ için ticari iş olmasına rağmen yayma kriterini uygulayamadığımız için karşı taraf için adi iş niteliğindedir. Yani burada haksız fiili işleyenin sıfatına bakarız.


 

​e.TACİR VE TACİR OLMANIN HÜKÜMLERİ

TTK'ya göre tacirler , gerçek ve tüzel kişi tacirler olarak 2 gruba ayrılır.

 

1. Gerçek Kişi Tacir; TTK 12/1'de düzelenmiştir. Bu hükme göre “bir ticari işletmeyi kısmen de olsa kendi adına işleten kişiye tacir denir.”

Buna göre tacir sıfatının kazanılabilmesi için;

​·        Bir ticarî işletme mevcut bulunmalı

​·        Bu işletme kısmen de olsa belli bir kişi adına işletilmelidir.

Bu koşulların gerçekleşmesi halinde kişi, işletmesi ticaret siciline kayıtlı olmasa bile, tacir sıfatını kazanacaktır.

Bir kişinin tacir olarak nitelendirilebilmesi için yukarıda bahsettiğimiz ticari işletmesi bulunmasının yanı sıra ticari işletmesinin faaliyete geçmiş olması, müşterilerle ilişkiye girmesi gerekir. Ama bazı durumlarda bu şartlar gerçekleşmese dahi gerçek kişinin kanun tarafından tacir sayılması mümkündür. Bu durum TTK'nın 12/2 hükmünde; “bir ticarî işletmeyi kurup açtığını sirküler, gazete, radyo, televizyon ve diğer ilan araçlarıyla halka bildirmiş veya işletmesini ticaret siciline kaydettirerek durumu ilan etmiş olan kimse fiilen işletmeye başlamamış olsa bile tacir sayılır, şeklinde düzenlenmiştir. Bu halde tacir sayılan gerçek kişi tacir olmanın etinden sütünden faydalanabilir:) 

Ancak TTK'nın 12 maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen bir diğer halde;  “bir ticarî işletme açmış gibi, ister kendi adına, ister adi bir şirket veya her ne suretle olursa olsun hukuken var sayılmayan diğer bir şirket adına ortak sıfatıyla işlemlerde bulunan kimse, iyiniyetli üçüncü kişilere karşı tacir gibi sorumlu olur.”  

13. madde de ise küçük ve kısıtlıların tacir sıfatı hüküm altına alınmıştır.  ''Küçük ve kısıtlılara ait ticari işletmeyi bunların adına işleten yasal temsilci, tacir sayılmaz. Tacir sıfatı, temsil edilene aittir. Ancak, yasal temsilci ceza hükümlerinin uygulanması yönünden tacir gibi sorumlu olur.''

Ticaret Yapması Yasaklanmış Kişilerin Tacir Sıfatı; TTK 14'de kişisel durumu, yaptıgı işlerin niteliği veya meslek ve görevleri itibariyle kanuni ya da kazai bir yasağa aykırı olarak veya başka bir kişinin veya resmi bir makamın iznine gerek olup da, bu izni ya da onayı almadan ticari işletme işleten kişi de, tacir sayılır. Dolayısıyla TTK'ya göre tacir sayılmasını gerektirecek hiçbir faaliyette bulunamayacak olan devlet memuru eğer bir ticari işletme işletirse,  tacir sayılır . Bazı tür faaliyetlerin yapılması ise, resmi bir makamdan izin alınması koşuluna bağlıdır. Bu izni almadan faaliyette bulunan kişi de, TTK 14 uyarınca tacir sayılır.


2.TÜZEL KİŞİLERDE; TTK 16/1'de, ticaret şirketleri, amacına varmak için ticarî işletme işleten vakıflar, dernekler ve kuruluş kanunları gereğince özel hukuk hükümlerine göre yönetilmek veya ticarî şekilde işletilmek üzere Devlet, il özel idaresi, belediye ve köy ile diğer kamu tüzel kişileri tarafından kurulan kurum ve kuruluşların da tacir sayılacağı hükme bağlanmıştır.

TTK 16/2'de, TTK 16/1'deki hükmün bazı istisnalarına yer verilmiş ve sosyal düşüncelerle, kamu tüzel kişileri ile kamuya yararlı derneklerin ve belli tür vakıfların ticarî işletme işletseler dahi tacir sayılamayacakları açıklanmıştır. 

Hukukumuz açısından tacir sayılan tüzel kişiler şunlardır:

​•        Ticaret Şirketleri

​​•        Ticarî İşletme İşleten Dernekler

​​•        Ticari İşletme İşleten Vakıflar

​•        Özel Hukuka Göre Yönetilmek Üzere Devlet ve Diğer Kamu Tüzel Kişileri Tarafından kurulan Kuruluşlar

TACİR SIFATININ KAYBI

Gerçek kişilerde ticari işletmenin kapatılması ya da ticari işletmenin o kişi adına işletilmesinin sona ermesi halinde tacir sıfatı sona erer.

Ancak ticaret siciline kayıtlı bir tacirin,  tacir sıfatının sona erdiğini, TTK 31/2 hükmünde de ifade edildiği üzere ticaret siciline bildirerek, kaydın terkinini stemesi gereklidir. Aksi halde kişinin tacir sıfatının sona erdiği, iyiniyetli üçüncü kişilere karşı ileri sürülemez.(TTK 36.4)

Tüzel kişilerin tacir sıfatı ise,  tüzel kişiliğin son bulmasıyla sona erer. Ancak son bulma nedeninin gerçekleşmesi, tüzel kişiliğe son vermez. Tüzel kişilik, son bulma nedeninin gerçekleşmesinden sonra başlayan tasfiye işlemlerinin bitirilerek tüzel kişi tacire ait kaydın ticaret sicilinden terkini (ve durumun ilanı) ile son bulur. Tasfiye süresince tacir sıfatı tasfiye amacıyla sınırlı olarak devam eder.

TACİR OLMANIN HÜKÜM VE SONUÇLARI

Tacir olmak bir takım yükümlülüklerin yanında tacire bazı ayrıcalıklar, haklar da tanır. Bu sebeple kanun koyucu TTK'da 18 ile 23. maddeler arasında tacir olmaya bağlanan yükümlülükler ve hakları düzenlemiştir.

Sırayla bunları anlatacağız.

1.İflasa Tabi Tutulmak: TTK 18/1’de  tacirlerin her türlü borçlarından dolayı iflasa tâbi olduğu belirtilmiştir. Bu sebeple bir gerçek kişi tacirin, sadece ticari nitelikteki borçları için değil ticari işletmesini ilgilendirmeyen borçları için de iflâsının istenmesi mümkündür.

2. Ticaret Unvanı Seçme ve Kullanma; TTK'nın 18. maddesinde belirtilen bir durumda tacirin kanuna uygun bir ticaret unvanı seçmeye ve kullanmaya mecbur olduğudur. Tacir, ticari işletmesiyle alakalı işlemleri bu unvanını kullanarak yapar( TTK 39). 

3.  Ticarî Defter Tutma; Yine TTK 18. maddede tacirlerin ticari defter tutmak zorunda olduğu hüküm altına alınmıştır.  

Tacir, ticari işletmesiyle alakalı yapmış olduğu faaliyetleri ve işletmesinin mali durumunu bu ticari defterde açıkça görülebilir şekilde ortaya koymak zorundadır. Ticari defterler TTK'da 64 vd. maddelerinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.

Ticarî defterler, sahipleri aleyhine kanıt olarak kullanılabileceği gibi belli bazı koşullarla sahipleri lehine de kanıt oluşturur (HMK 222). Ticari defterin hiç veya usulüne uygun şekilde tutulmamış olması, sahibi aleyhine delil olur (HMK m. 222).

4. Ticaret Siciline Kaydolma; Her tacir ticari işletmesinin açıldığı tarihten itibaren 15 gün içinde ticari işletmesini ve seçtiği ticaret unvanını, işletme merkezinin bulunduğu yerdeki ticaret siciline tescil ve ilan etmekte yükümlüdür( TTK 18/40).Tacir, ticari işletmesinin şubelerini de bulunduğu yerin ticaret siciline tescil ve ilan ettirmek zorundadır.

5. Basiretli İş İnsanı Gibi Hareket Etme; TTK 18/2'de de belirtildiği üzere her tacir ticari işlerini yürütürken basiretli bir iş adamı gibi hareket etmelidir. 

Bu halde tacir normal bir bireyden beklenen objektif özen yükümlülüğünden ziyade faaliyet gösterdiği ticaret alanına uygun tedbirleri almalı, gerekli özeni göstermeli ve meydana gelecek değişimleri öngörebilmelidir.

Tacir, bu yükümlülük sonucunda gabin hükümlerinden deneyimsizlik veya düşüncesizlik iddiasında bulunamaz. Yalnızca gabin hükümlerinden zor durumda kaldığı iddiasında bulunabilir.

6. Ticari İş Karinesine Tabi Olma;  Tacirlerin borçlarının ticarî olması asıldır (TTK 19.1) Tacirin her işlem ve fiili karine olarak ticari iştir. Tüzel kişi tacirlerin ise  her tür işi ticarî iş sayılır. Gerçek kişi tacirlerin işlerinde bir takım istisnalar mevcuttur.

  ​1) Gerçek kişi tacirin işlemi yaptığı anda işlemin ticari işletmesiyle ilgili olmadığını diğer tarafa açıkça bildirmesi veya 

​2) işin ticari sayılmasıya elverişli olmaması halinde borç adi sayılır (TTK m. 19/1).

7. Ticarî örf ve Âdete Tâbi olma; Bu konuda TTK m. 2'de hüküm bulunmaktadır. Bu hükme göre;

''Ticari örf ve âdet

MADDE 2- (1) Kanunda aksine bir hüküm yoksa, ticari örf ve âdet olarak kabul edildiği belirlenmedikçe, teamül, mahkemenin yargısına esas olamaz. Ancak, irade açıklamalarının yorumunda teamüller de dikkate alınır. 

(2) Bir bölgeye veya bir ticaret dalına özgü ticari örf ve âdetler genel olanlara üstün tutulur. İlgililer aynı bölgede değillerse, kanunda veya sözleşmede aksi öngörülmedikçe, ifa yerindeki ticari örf ve âdet uygulanır. 

(3) Ticari örf ve âdet, tacir sıfatını haiz bulunmayanlar hakkında ancak onlar tarafından bilindiği veya bilinmesi gerektiği takdirde uygulanır.''

8. Ücret ve Faiz İsteme; Bu husus TTK'nın 20. maddesinde hüküm altına alınmıştır. Bu hükme göre, tacir olan veya olmayan bir kişiye, ticari işletmesiyle ilgili bir iş veya hizmet görmüş olan tacir, uygun bir ücret isteyebilir. Ayrıca, tacir, verdiği avanslar ve yaptığı giderler için, ödeme tarihinden itibaren faize hak kazanır. Özetle bir tacir, ticari işletmesiyle ilgili bir iş yaptığında bu iş karşılığında ücret isteyebilmesi için bunun sözleşmeyle belirlenmiş olması şart değildir. Bu kanun hükmü uyarınca sözleşmede kararlaştırılmamış olsa dahi yapmış olduğu iş ya da hizmet karşılığında ücret talep edebilir.

9. Fatura Verme ve Faturaya İtiraz; TTK'nın 21. maddesinde '' Fatura ve Teyit Mektubu'' başlığı altında düzenlenen bu hususta; ticari işletmesi bağlamında bir mal satmış, üretmiş, bir iş görmüş veya bir menfaat sağlamış olan tacirden, diğer taraf, kendisine bir fatura verilmesini ve bedeli ödenmiş ise bunun da faturada gösterilmesini isteme hakkı düzenlenmiştir. Tacirin fatura düzenlemesi ve bedeli ödenmiş ise bunu faturada belirtilmesi talep üzerine gerçekleştirilir.

​Not: Fatura VUK m. 229'da tanımlanmıştır. Bu hükme göre fatura;  satılan mal veya yapılan iş karşılığında müşterinin borçlandığı bedeli göstermek üzere malı satan veya işi yapan tacir tarafından müşteriye verilen ticari belgedir. 

21. maddenin 2. fıkrasında ise; bir fatura alan kişi aldığı tarihten itibaren sekiz gün içinde, faturanın içeriği hakkında bir itirazda bulunmamışsa bu içeriği kabul etmiş sayılır, şeklinde faturaya itiraz düzenlenmiştir.  

3. fıkrada ise;  Telefonla, telgrafla, herhangi bir iletişim veya bilişim aracıyla veya diğer bir teknik araçla ya da sözlü olarak kurulan sözleşmelerle yapılan açıklamaların içeriğini doğrulayan bir yazıyı alan kişi, bunu aldığı tarihten itibaren sekiz gün içinde itirazda bulunmamışsa, söz konusu teyit mektubunun yapılan sözleşmeye veya açıklamalara uygun olduğunu kabul etmiş sayılır, şeklinde teyit mektubu hüküm altına alınmıştır.

Not: Teyit mektubu, telefonla, telgrafla, herhangi bir iletişim veya bilişim aracıyla veya diğer bir teknik araçla ya da sözlü olarak kurulan sözleşmelerle yapılan açıklamaların içeriğini doğrulamak maksadıyla taraflardan birinin diğerine (muhataba) gönderdiği, varması gerekli irade beyanını ihtiva eden yazılı belgedir. ( Prof. Dr. Rıza Ayhan*)

Sözlü olarak yapılan sözleşmelerde  sonradan  gönderilen yazının teyit mektubu olarak kabul görebilmesi için sözleşmenin esaslı unsurlarını içermesi gerekir. Bu sebeple teyit mektubunun faturadan farkı sözleşmenin icrasıyla değil de sözleşmenin kurulmasıyla ilgili olmasıdır.

 10. Hapis Hakkının Kullanılmasında Kolaylıktan Yararlanma; TMK, borçlunun ödeme yükümlülüğünü yerine getirmemesi durumunda, alacaklının borçlu tarafından sahip olduğu mallara hapis koyarak borcun tahsiline yönelik bir yöntem olan hapis hakkını düzenler.

TMK'ya göre, hapis hakkı, alacaklının borçlu tarafından sahip olunan taşınır veya taşınmaz malları, borcun tahsil edilmesi için rehine gibi bir güvence olarak alması anlamına gelir. Hapis hakkı, alacaklının borçlunun mallarını doğrudan elde etmesine veya bu malların kullanımına yönelik bir hakkı olmaz, sadece borcun tahsili için kullanılır.

Hapis hakkı, borcun niteliğine ve miktarına göre kullanılabilir. Örneğin, bir gayrimenkulün satış bedeli üzerine hapis koyulabilir veya bir borçlunun gelirlerine veya banka hesabına hapis konulabilir.

Hapis hakkı, borcun ödenmesi veya borçlu tarafından yapılan ödeme anında sona erer. Ancak, hapis hakkı, borçlunun sahip olduğu mal varlığının yetersiz olması durumunda kullanılamaz. Ayrıca, hapis hakkının kullanımı da belirli sınırlamalara tabidir ve borçlu tarafın haklarının korunması gözetilir.

TTK'da ise tacirlerin özel haklarından biri, ticari işletmesinden doğan alacaklarını hapis hakkı yoluyla tahsil edebilme yetkisidir. Hapis hakkı, tacirin borçlu tarafından ödenmeyen alacakları için borçlunun mal varlığına el koyma hakkını ifade eder.

Ticari alacaklarının tahsili için kullanılan hapis hakkı, sadece tacirlere tanınmış bir hak olup, diğer kişilere tanınmamıştır. Bu nedenle, tacir olmayan bir kişi, hapis hakkını kullanamaz.

Ancak, hapis hakkının kullanılması da belirli sınırlar dahilinde gerçekleşir. Borçlunun ödeme gücünü zor durumda bırakacak şekilde hapis hakkının kullanılması yasaktır ve hapis hakkı, yalnızca borcun ödenmesine yönelik bir çözüm olarak kullanılmalıdır.

11. Tacirler Arasındaki Satış ve Mal Değişimlerinde Özel Hükümlere Tabi Olma;  TTK 23'te  satış ve mal değişimleriyle ilgili olarak özel hükümlere tâbi olma durumları belirtilmiştir. Bu hükümler, sözleşmenin niteliği ve tarafların sıfatına göre değişebilir.

Özellikle tacirler arasında yapılan mal alım-satım sözleşmeleri, Ticaret Kanunu'nun özel hükümlerine tabidir. Bu hükümler, tacirler arasında yapılan sözleşmelerde tarafların hak ve yükümlülüklerini düzenler. 

TTK 23'te öncelikle tacirler arasında yapılan ticarî satış ve mal değişimlerine öncelikle Borçlar Kanununun satış ve mal değişimlerine ilişkin hükümlerinin uygulanacağı düzenlenmiş ancak bazı haller için özel bazı düzenlemeler getirilmiştir.

 Bu kanun hükmünün uygulanabilmesi için tacirler arasında yapılan ve tacirlerin ticari işletmeleriyle ilgili satış ve mal değişimin bulunması gerekir.

TTK 23'te öngörülen bu özel hükümlerin uygulanabilmesi için, tacirler arasında yapılan ve onların ticarî işletmelerini ilgilendiren bir ticarî satış veya mal değişiminin mevcut bulunması gerekir.

Özel durumlar şunlardır: 

a) Sözleşmenin niteliğine, tarafların amacına ve malın cinsine göre, satış sözleşmesinin kısım kısım yerine getirilmesi mümkün ise veya bu şartların bulunmamasına rağmen alıcı, çekince ileri sürmeksizin kısmi teslimi kabul etmişse; sözleşmenin bir kısmının yerine getirilmemesi durumunda alıcı haklarını sadece teslim edilmemiş olan kısım hakkında kullanabilir. Ancak, o kısmın teslim edilmemesi dolayısıyla sözleşmeden beklenen yararın elde edilmesi veya izlenen amaca ulaşılması imkânı ortadan kalkıyor veya zayıflıyorsa ya da durumdan ve şartlardan, sözleşmenin kalan kısmının tam veya gereği gibi yerine getirilemeyeceği anlaşılıyorsa alıcı sözleşmeyi feshedebilir.

b) Alıcı mütemerrit olduğu takdirde satıcı, malın satışına izin verilmesini mahkemeden isteyebilir. Mahkeme, satışın açık artırma yoluyla veya bu işle yetkilendirilen bir kişi aracılığıyla yapılmasına karar verir. Satıcı isterse satış için yetkilendirilen kişi, satışa çıkarılacak malın niteliklerini bir uzmana tespit ettirir. Satış giderleri satış bedelinden çıkarıldıktan sonra artan para, satıcının takas hakkı saklı kalmak şartıyla, satıcı tarafından alıcı adına bir bankaya ve banka bulunmadığı takdirde notere bırakılır ve durum hemen alıcıya ihbar edilir. 

c) Malın ayıplı olduğu teslim sırasında açıkça belli ise alıcı iki gün içinde durumu satıcıya ihbar etmelidir. Açıkça belli değilse alıcı malı teslim aldıktan sonra sekiz gün içinde incelemek veya incelettirmekle ve bu inceleme sonucunda malın ayıplı olduğu ortaya çıkarsa, haklarını korumak için durumu bu süre içinde satıcıya ihbarla yükümlüdür. Diğer durumlarda, Türk Borçlar Kanununun 223 üncü maddesinin ikinci fıkrası uygulanır.

12. İhbar ve İhtarları Belli Şekilde Yapma; 

Türk Ticaret Kanunu'na göre tacirlerin yaptığı işlemler, ticari işlemler olarak kabul edilir ve bu işlemlerden kaynaklanan hak ve borçlar da ticari hükümler çerçevesinde değerlendirilir. Bu nedenle, tacirlerin yapacakları ihbar ve ihtarlar da belirli şekillerde yapılmalıdır.

Özellikle, ticari işlemlerde ihtar ve ihbarlar, yasal sürelerin başlatılması ve sonlandırılması açısından büyük önem taşır. Bu nedenle, tacirlerin ihtar ve ihbarlarını belirli şekillerde yapması gerekmektedir.

TTK 18/3'te belirtilen bu husus;  ''Tacirler arasında, diğer tarafı temerrüde düşürmeye, sözleşmeyi feshe, sözleşmeden dönmeye ilişkin ihbarlar veya ihtarlar noter aracılığıyla, taahhütlü mektupla, telgrafla veya güvenli elektronik imza kullanılarak kayıtlı elektronik posta sistemi ile yapılır.'' şeklinde düzenlenmiştir.

PRATİK ÇALIŞMA:  A, bir giyim mağazası işleten tacirdir. B, A'nın mağazasından bir takım elbise satın almıştır ancak takım elbise kısa sürede yıpranmıştır ve B, iade etmek istemektedir. A ise, iade etmeyeceğini belirtmiştir.

Çözüm:

  1. Tacir Olmanın Hükümleri: A, bir tacir olarak yaptığı işlemlerden dolayı ticari hükümlere tabidir. Dolayısıyla, B'nin mağazadan aldığı takım elbise de ticari bir mal olarak kabul edilir.

  2. Satış Sözleşmesi Hükümleri: A, B'ye sattığı takım elbisenin ayıplı olduğu iddiasını reddetmiştir. Ancak, Satış Sözleşmelerinde, ayıplı mal durumunda tüketici veya müşterinin hakları belirtilmiştir. Buna göre, B'nin mağazadan aldığı takım elbise ayıplıysa, iade etme hakkı vardır.

  3. İade Talebi ve İhtar Çekme: B, takım elbiseyi iade etmek istediğini A'ya bildirmelidir. İade talebini bildirmek için, B noter aracılığıyla ya da iadeli taahhütlü posta yoluyla ihtarname göndererek A'yı bilgilendirebilir.

  4. İhtarname İçeriği: İhtarname içeriğinde, takım elbisenin ayıplı olduğu ve iade edilmesi gerektiği belirtilmelidir. Ayrıca, ihtarnamenin karşı tarafa ulaşma tarihinden itibaren 10 gün içinde iade işleminin yapılması gerektiği de belirtilmelidir.

  5. Yargı Yolu: Eğer A, takım elbiseyi iade etmez veya B'nin iade talebini kabul etmezse, B yargı yoluna başvurarak haklarını arayabilir. Bu noktada, A'nın tacir olduğu düşünüldüğünde, dava açmak için belirli mahkemelerin yetkili olduğu da dikkate alınmalıdır.

Sonuç olarak, tacir olmanın hüküm ve sonuçları, ticari işlemlerin yapılması, hak ve borçların belirlenmesi, ihtar ve ihbarların belirli şekillerde yapılması ve yargı yollarının kullanımı açısından önemlidir. Bu nedenle, ticari işlemler yaparken tacirlerin yasal düzenlemelere uygun davranmaları gerekmektedir.



e. TACİR YARDIMCILARI


Ticaret hukukunda tacir yardımcıları, tacirin işletmesi ile ilgili görevlerini yerine getiren, tacirin işletmesinde çalışan ve ticari işlerde ona yardımcı olan kişilerdir. Tacir yardımcıları, işletmenin faaliyetlerini yürütmek, ticari işlemleri gerçekleştirmek ve işletme yönetiminde tacire yardımcı olmak gibi görevleri yerine getirirler.

Tacir yardımcılarının hakları ve sorumlulukları, tacirle olan ilişkilerine göre değişebilir. Tacir yardımcılarının bir bölümü Ticaret Kanunda diğer bir bölümü ise Borçlar Kanununda hüküm altına alınmıştır. 

Borçlar kanununda; 

​-Ticari temsilci, 

​-Ticari vekil, 

​-​Komisyoncu, 

​-Simsar ve 

​-Pazarlamacı düzenlenmiştir. 

Ticaret kanununda ise;

​-Acente ve 

​-Taşıma işleri tacir yardımcılığı, düzenlenmiştir.

Tacir yardımcıları ile ilgili doktirinde muhtelif ayrımlar söz konusudur. Ama hocalarımızın da kabul ettiği genel kabul gören ayrım; bağımlı tacir yardımcıları ve bağımsız tacir yardımcıları ayrımıdır.

Bağımlı tacir yardımcıları, tacirin emir ve talimatları altında çalışırlar. Bağlı tacir yardımcılarının bir kısmı tacire yardım eden kişilerden bir kısmı da tacirin işletmesini yönetmesi ve temsil etmesi bakımından tacire yardım eden kişilerdir. Taciri temsil yetkisi olmayan kısım bizi ilgilendirmez. Bizi ilgilendiren kısım bağlı tacir yardımcıları dediğimizde taciri temsil etme yetkisine sahip olan tacir yardımcılarıdır.

Bağımlı tacir yardımcıları ticari temsilci, ticari vekil ve pazarlamacıdır.

Bağımsız tacir yardımcıları ise yaptıkları iş bakımından, tacirin iş ve faaliyet alanından ayrı bağımsız bir çalışma alanı vardır. Bunlar tacir için gördükleri işi kendi faaliyetleri çerçevesinde icra ederler ve ücret alırlar. Bazı hocalar bir tacir yardımcısının bağlı ya da bağımsız tacir yardımcısı olup olmadığını anlamak için ücretinin şeklini kriter olarak alır. Eğer ücret sürekli ve düzenli olarak ödeniyorsa o zaman tacire bağlı bir yardımcıdan bahsederiz.

Bağımsız tacir yardımcıları ise yaptıkları iş bakımından, tacirin iş ve faaliyet alanından ayrı bağımsız bir çalışma alanı vardır. Bunlar tacir için gördükleri işi kendi faaliyetleri çerçevesinde icra ederler ve ücret alırlar. Bazı hocalar bir tacir yardımcısının bağlı ya da bağımsız tacir yardımcısı olup olmadığını anlamak için ücretinin şeklini kriter olarak alır. Eğer ücret sürekli ve düzenli olarak ödeniyorsa o zaman tacire bağlı bir yardımcıdan bahsederiz.

Tacir yardımcılarının sınıflandırılması konusunda temsil yetkisinin bulunup bulunmamasına göre de bazı sınıflandırmalar yapılır. Bağımlı tacir yardımcılarının temsil yetkisi vardır. Bağımsız tacir yardımcılarının ise bir takım kriterlerle temsil yetkisi bulunabilir. Örneğin, simsar bir bağımsız tacir yardımcısıdır ve onun temsil etme yetkisi yoktur. Ancak acente sözleşme düzenleyen acente ise onun doğrudan temsil yetkisi vardır. Komisyoncu ise komisyoncunun yaptığı işlem gereğince orada dolaylı temsil yetkisi vardır.

1. Ticari Temsilci; TBK'nın 547-550. maddeleri arasında düzenlenen ticari temsilci, 547. maddenin 1. fıkrasında '' işletme sahibinin, ticari işletmeyi yönetmek ve işletmeye ilişkin işlemlerde ticaret unvanı altında, ticari temsil yetkisi ile kendisini temsil etmek üzere, açıkça ya da örtülü olarak yetki verdiği kişi'' olarak tanımlanmıştır.

Diğer tacir yardımcıları ile kıyaslandığında ticari temsilci, taciri temsil yetkisi bakımından en geniş yetkiye sahip tacir yardımcısıdır.

Tacir ticari işletmesi için ticari temsilci atama konusunda serbesttir. Ancak bu konuda bir istisna TTK'nın 40/4'te düzenlenmiştir. 

''Merkezleri Türkiye dışında bulunan ticari işletmelerin Türkiye’deki şubeleri, kendi ülkelerinin kanunlarının ticaret unvanına ilişkin hükümleri saklı kalmak şartıyla, yerli ticari işletmeler gibi tescil olunur. Bu şubeler için yerleşim yeri Türkiye’de bulunan tam yetkili bir ticari mümessil atanır. Ticari işletmenin birden çok şubesi varsa, ilk şubenin tescilinden sonra açılacak şubeler yerli ticari işletmelerin şubeleri gibi tescil olunur.''

Ticarî temsilci, tacirin ticari işletmesinin işlerini yönetmek  için atanır.  İşletmenin, ticarî işletme olması şarttır. Bu sebeple esnaf işletmesi için ticarî temsilci atanamaz.

Atanacak ticari temsilcinin ayırt etme gücüne sahip olması yeterlidir. 

Atanacak ticari temsilcinin ticaret siciline tescil edilmesi zorunludur. Ancak sicile tescil ticari temsilci atanması bağlamında kurucu değildir. Yani ticari temsilci ticaret siciline tescilden önce de atanabilir, işleri yürütebilir.

Ticarî işletmeler için atanan ticarî temsilcinin, ticaret siciline tescili zorunlu olmakla birlikte (TBK 547/2) ; bu tescil kurucu nitelikte değil bildirici niteliktedir. Bu durumda ticari temsilci ticaret siciline tescil edilmemiş olsa dahi ticari temsilci sıfatını kazanır ve bu sıfatın vermiş olduğu yetkileri kullanabilir.

TTK'nın 548. maddesinde ise ticari temsilcinin temsil yetkisinin kapsamı hüküm altına alınmıştır. 548/1'de '' Ticari temsilci, iyiniyetli üçüncü kişilere karşı, işletme sahibi adına kambiyo taahhüdünde bulunmaya ve onun adına işletmenin amacına giren her türlü işlemleri yapmaya yetkili sayılır.''

Bu kanun hükmünden de anlaşılacağı üzere ticari temsilci, iyiniyetli üçüncü kişilere karşı, ticari işletmenin amacına giren her türlü işlemi yapmaya yetkilidir.  Temsilcinin yetkisi, işletmenin hem olağan işlerini ve bir takım istisnaları olmakla beraber olağanüstü işlemlerini kapsar. Örnek verecek olursak; 

​-Tacir adına kambiyo taahhüdünde bulunma yetkisi

​-Ticari vekil atama yetkisi

​-Taciri mahkemelerde temsil etme ; dava açma ya da savunma yapma yetkisi

​-Tacir adına sulh yapabilme, davayı kabul veya davadan feragat edebilme yetkisi

​-Taşınır ve taşınmaz malları kiralayabilme yetkisi

​- Ticari işletme ile ilgili taşınmaz satın alabilme yetkisi 


Ticari temsilcinin yapamayacağı işlemler ise 548/2'de de belirtildiği üzere '' Ticari temsilci, açıkça yetkili kılınmadıkça, taşınmazları devredemez veya bir hak ile sınırlandıramaz'' şeklinde düzenlenmiştir. Ancak bu maddeyi geniş yorumlamak gerekir. Bu sebeple tacirin yapamayacağı işlemleri aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz:

-​İşletmenin ortadan kalkmasına ve tasfiyesine yol açacak işlemleri yapamaz;

​-Ticari işletmenin  hukuki yapısı ile ilgili temel değişiklikleri yapamaz; 

-​Taşınmazları devredemez veya bir hak ile sınırlandıramaz

TTK'nın 549. maddesinde ise  temsil yetkisinin sınırlandırılması hususu hüküm altına alınmıştır. Bu hükme göre; 

'' Temsil yetkisi, bir şubenin işleriyle sınırlandırılabilir. 

Temsil yetkisi, birden çok kişinin birlikte imza atmaları koşuluyla da sınırlandırılabilir. Bu durumda, diğerlerinin katılımı olmaksızın temsilcilerden birinin imza atmış olması, işletme sahibini bağlamaz. 

Temsil yetkisine ilişkin yukarıdaki sınırlamalar, ticaret siciline tescil edilmedikçe, iyiniyetli üçüncü kişilere karşı hüküm doğurmaz. 

Temsil yetkisine ilişkin diğer sınırlamalar, tescil edilmiş olsalar bile, iyiniyetli üçüncü kişilere karşı ileri sürülemez.''

Bu kanun maddesinden anlaşılacağı üzere ticarî temsilcinin temsil yetkisinin sınırlandırılmasına sadece iki halde izin verilmiştir. Bu haller: 

​a-Şube İşleriyle Sınırlama

​b-Birlikte Temsil Koşuluyla Sınırlama

Bu sınırlamalar 549/3'te de belirtildiği üzere ticaret siciline tescil edilmedikçe, iyiniyetli üçüncü kişilere karşı hüküm doğurmaz.

Bu iki halin dışında başka bir şekilde ticari temsilcinin temsil yetkisi sınırlandırılamaz. Velev ki tacir bu iki halden başka bir şekilde ticari temsilcinin  temsil yetkisini sınırlandırsın, bu sınırlandırma iyiniyetli üçüncü kişileri bağlamaz.

TTK'nın  550. maddesinde ise   temsil yetkisinin sona ermesi hüküm altına alınmıştır. Bu maddeye göre ''  Temsil yetkisinin verildiği ticaret siciline tescil edilmemiş olsa bile, sona erdiği tescil edilir. 

Temsil yetkisinin sona erdiği ticaret siciline tescil ve ilan edilmediği sürece, bu yetki iyiniyetli üçüncü kişiler için geçerliliğini korur.'' 

Temsil yetkisinin sona erme hallerine  aşağıda sırayla değinelim:

1. Azil ve İstifa: İşletme sahibinin her zaman sonlandırabileceği  ticari temsilcilik ilişkisi güvene dayalıdır. Ticari temsilci de istediği zaman istifa edebilir. Ancak, uygun olmayan bir zamanda istifa eden ticari temsilci, müvekkilin uğradığı zararları telafi etmekle yükümlüdür. 

Ticari temsilcinin temsil yetkisi, ticaret siciline kaydedilmediği veya ilan edilmediği durumlarda bile, azil veya istifanın ardından sona erdiğinin kaydedilip ilan edilmesi gerekir. Aksi takdirde, iyi niyetli üçüncü taraflar karşısında ticari temsilcinin temsil yetkisinin devam ettiği varsayılır.

2.  Ölüm veya Ayırt Etme Gücünü Kaybetme: BK 554/II'ye göre, işletme sahibinin ölümü veya medeni hakları kullanma ehliyetini kaybetmesi, ticari temsilcinin yetkisini sonlandırmayacaktır. Bu düzenleme, işletmenin faaliyetlerinin sürekliliğini sağlamak amacıyla kabul edilmiştir. 

3. İflas:  İşletme sahibinin iflası halinde, mal varlığı ve ticari işletme üzerindeki tasarruf yetkisi kısıtlanır ve bu durumda ticari temsilcinin temsil yetkisi kullanılamaz hale gelir. Ticari temsilcinin iflas etmesi durumunda ise temsil yetkisi sona ermez. Benzer şekilde, işletme sahibinin konkordato ilan etmesi de temsil yetkisini sonlandırmaz.

4. Ticari İşletmenin Devredilmesi veya Tasfiye Aşamasına Girmesi :  İşletme sahibinin işletmesini devretmesi, ticari temsilcilik ilişkisine de son verir ve ticari temsilcinin yetkisi sona erer. Bu durumda, BK 550'ye göre ticari temsilcinin yetkisinin sonlandığının tescil ve ilanı gerekir.

Benzer şekilde, bir tüzel kişiliğin sona ermesi ve tasfiye haline girmesi de ticari temsilcinin temsil yetkisini sona erdirir. Bu nedenle, tasfiye işlemleri tasfiye memurlarınca yürütüleceği için ticari temsilcinin artık bir görevi kalmaz.

Ticari temsilcinin temsil yetkisi, işletme sahibi arasındaki kişisel güvene dayandığından, işletme sahibinin değişmesi durumunda temsil yetkisi de sona erer. Ancak, yeni işletme sahibi aynı kişiyi ticari temsilci olarak atayabilir.

Bu nedenle, işletme devirleri ve tüzel kişiliklerin sona ermesi durumlarında ticari temsilcilik ilişkisine dikkat edilmelidir. Tescil ve ilan işlemleri doğru şekilde yapılmalı ve gerekli durumlarda yeni bir ticari temsilci atanmalıdır.

2.TİCARİ VEKİL :TBK'nın 551. maddesinde düzenlenen ticari vekil; bir ticari işletme sahibinin temsilcilik yetkisi vermeden işletmesini yönetmek veya belirli işlerini yapmak için yetkilendirdiği kişidir. 

Ticari vekiller, genel yetkili veya sınırlı (özel) yetkili olabilirler.

Tacirler tarafından belirlenen bir kişi, ticari vekil olarak atanabilir. Ticari temsilcininde ticari vekil atama yetkisi vardır. Ticari vekil ataması herhangi bir formaliteye bağlı değildir; açık veya kapalı şekilde yapılabilir (TTK m. 551/1). Ticari vekil ataması, ticaret siciline kaydedilmez ve kaydedilse bile hukuki bir geçerlilik sağlamaz. Ancak, anonim şirketler ve limited şirketlerde hizmet sözleşmesi ile bağlı olan ticari vekillerin kaydedilmesi ve ilan edilmesi zorunludur (TTK m. 371/7, 629/3).

Temsil Yetkisi ve Kapsamı: Ticari işletmeler, bir temsilci atayarak onların adına işlem yapma yetkisini verirler. Ticari temsilci, işletmenin tüm işlerini idare etmekle görevlendirildiğinden, işletmenin hem olağan hem de olağanüstü nitelik gösteren bütün işlerini yapma yetkisine sahiptir.

Buna karşılık, genel yetkili ticari vekil, ticari temsilcilik yetkilerine sahip olamaz. Bu nedenle, sadece işletmenin alışılmış (olağan) işleriyle sınırlı olarak temsil yetkisini kullanabilir. Ticari vekilin, işletmenin olağanüstü nitelik arz eden işlemleri yapabilmesi için, kendisine özel bir yetki verilmesi gerekir.

Ticari temsilci ve ticari vekil arasındaki temel fark, temsil yetkisinin kapsamıdır. Ticari temsilcinin kapsamı daha geniştir, çünkü işletmenin tüm işlerini yapma yetkisine sahiptir. Ancak, ticari vekilin yetkisi sınırlıdır ve sadece işletmenin alışılmış işlerini yapabilir. Ticari vekilin, işletmenin olağanüstü nitelik arz eden işlemlerini yapabilmesi için, kendisine özel bir yetki verilmesi gerekir.

Sonuç olarak, ticari işletmeler için doğru temsilci seçimi hayati bir öneme sahiptir. Ticari temsilci, işletmenin tüm işlerini yapma yetkisine sahipken, ticari vekilin yetkisi sınırlıdır. İşletmenin olağanüstü nitelik arz eden işlemleri yapabilmesi için, ticari vekilin kendisine özel bir yetki verilmesi gerekir.

Özetle; ticari vekil sadece açık bir şekilde yetkilendirildiğinde aşağıdaki görevleri yerine getirebilir:

  • İşletmenin alışılmıştan farklı (olağanüstü) işlerini gerçekleştiremez.
  • Para veya benzeri şeyleri ödünç alamaz.
  • Kambiyo taahhüdünde bulunamaz.
  • Davayı açamaz ve açılmış davayı takip edemez.
  • Tacir adına kefalet veremez.
  • Ticari temsilcinin yapamayacağı işleri de yapamaz; bu bağlamda,
    • İşletmenin sona ermesine veya tasfiyesine neden olacak işlemleri yapamaz,
    • Tacirin hukuki yapısal değişikliklerini yapamaz,
    • Taşınmazları devredemez veya bir hak ile sınırlayamaz (m. 548/2),
  • İşletmeye ticari temsilci atayamaz.

Temsil Yetkisinin Sona Ermesi:  Ticari vekilin temsil yetkisi geri alındığında, ticaret siciline kaydedilemeyeceği için, bu değişiklik mektup veya sirküler gibi diğer yollarla müşterilere duyurulmalıdır. Aksi takdirde, ticari vekilin yaptığı işlemler tacir tarafından bağlı tutulur. Ticari vekilin temsil yetkisi, azil, istifa, ölüm, iflas, işletme devri ve tasfiyesi gibi nedenlerle sona erebilir. Bu nedenle, ticari vekilin temsil yetkisinin sona ermesi ticaret siciline kaydedilmez ancak müşterilere bildirilmelidir. Aksi halde tacir, ticari vekilin işlem yaptığı üçüncü kişilerle ilgili sorumluluklarından sorumlu tutulabilir.

 3. PAZARLAMACI:  Pazarlamacı, sürekli olarak bir ticari işletme sahibi işveren hesabına işletmenin dışında her türlü işlemin yapılmasına aracılık etmeyi veya yazılı anlaşma varsa, bu anlaşmada belirtilen işlemleri yapmayı, ücret ödenmesi karşılığında üstlenen kişidir (BK 448).

Pazarlamacı, işletmenin faaliyet çevresini genişleten, faaliyetlerin işletme merkezi dışındaki yerlere de yayılmasını sağlayan tacir yardımcısıdır.

​a- Pazarlamacı, tacirin bağımlı bir yardımcısıdır.

​b- Pazarlamacı ile onu görevlendiren ticari işletme sahibi arasındaki ilişki süreklidir

​c-Pazarlamacı, faaliyetini, işletmenin dışında gerçekleştirir

​d- Pazarlamacılık ücret karşılığında yapılır.

Ücretin yanı sıra pazarlamacının masraflarının (harcamalar) da ödenmesi gerekir (BK 457). Masrafların sabit ücrete veya komisyona dahil edilmesine ilişkin anlaşmalar hükümsüzdür. Pazarlamacılık ilişkisinden doğan alacakları için pazarlamacı hapis hakkına sahiptir (BK 458).

Yetkileri

Aksine yazılı anlaşma olmadıkça pazarlamacı, sadece işlemlere aracılık etmeye yetkilidir (m. 452/1). Pazarlamacı, işlem yapmaya yetkili kılınmışsa bu işlerin icrası için gereken bütün olağan hukuki işlem ve fiilleri gerçekleştirebilir (m. 452/2). Fakat, pazarlamacı, özel yetki verilmedikçe; müşterilerden tahsilat yapamaz ve ödeme günlerini değiştiremez (m. 452/2).

Atanması

Pazarlamacı, tacir konumunda olan işveren ile yapılan bir sözleşme uyarınca görevlendirilir. BK 449'da bu sözleşmede yer alması gereken hususlar gösterilmiştir.

Eğer pazarlamacıya, ilişkinin başladığı tarihten itibaren işlem yapma yetkisi verilmek isteniyorsa, sözleşmenin yazılı şekilde yapılması gerekir (BK 448). Bu yetkinin, sözleşme ilişkisi başladıktan sonra verilmesi söz konusu olursa, yine yazılı bir anlaşma yapılır.

Hakları

Pazarlamacı; ücret hakkı, olağan masrafları talep etme hakkı, hapis hakkı, tekel hakkı ve komisyon talep etme hakkına sahiptir:
 

​- Ücret Hakkı: İşletme sahibi işveren, pazarlamacıya belirli bir miktardan veya bu miktarla birlikte komisyondan oluşan bir ücret ödemekle yükümlüdür (m. 454/1). Ücretin tamamının veya önemli kısmının komisyondan oluşacağına ilişkin anlaşma; ancak yazılı yapılması ve kararlaştırılan komisyonun, pazarlamacının faaliyetinin uygun karşılığını oluşturması koşuluyla geçerlidir (m. 454/2).Pazarlamacılık sözleşmesine deneme kaydı da konulabilir. Deneme süresi için ödenecek ücret, serbestçe kararlaştırılabilir. Ancak, deneme süresi 2 ayı geçemez (m. 454/3).

- ​Olağan Harcamaları Talep Hakkı: İşletme sahibi, pazarlamacının olağan harcamalarını karşılamakla yükümlüdür. Pazarlamacının aynı zamanda birden fazla işveren hesabına faaliyette bulunması durumunda, aksi yazılı şekilde kararlaştırılmadıkça, her işveren, pazarlamacının harcamalarına eşit olarak katılmakla yükümlüdür (m. 457/1).
Harcamaların tamamen veya kısmen sabit ücrete veya komisyona dâhil edilmesine ilişkin  anlaşmalar kesin olarak hükümsüzdür (m. 457/2).

​- Hapis Hakkı: Pazarlamacılık ilişkisinden doğan muaccel alacaklar ile işverenin ödeme güçsüzlüğüne düşmesi durumunda, henüz muaccel olmayan alacakların güvence altına alınması için pazarlamacı, taşınırlar, kıymetli evrak ve tahsil yetkisine dayanarak müşterilerden almış olduğu paralar üzerinde hapis hakkına sahiptir (m. 458/1). Fakat, pazarlamacı; araç ve taşıma belgelerini, fiyat tarifelerini, müşterilerle ilgili kayıtlar ile diğer belgeleri alıkoyamaz (m. 458/2).

​- Tekel Hakkı: Pazarlamacıya belirli bir pazarlama alanında veya belirli bir müşteri çevresinde faaliyette bulunma yetkisi verilmiş ve aksine yazılı anlaşma da yapılmamışsa işveren, başkalarına aynı alan veya çevrede faaliyette bulunma yetkisi veremez; ancak, kendisi üçüncü kişilerle işlem yapabilir (m. 453/1).

​- Komisyon Hakkı: Pazarlamacı, belirli bir pazarlama alanı veya belirli bir müşteri çevresinde faaliyette bulunma yetkisi sadece kendisine verilmişse (tekel hakkı tanınmışsa), kendisinin veya işverenin bu alan veya çevrede yaptığı bütün işlerde kararlaştırılmış ya da alışılmış olan komisyonun ödenmesini isteyebilir (m. 455/1). Belirli bir pazarlama alanı veya belirli müşteri çevresinde faaliyette bulunma yetkisi pazarlamacıyla birlikte başkalarına da verilmişse (tekel hakkı tanınmamışsa) pazarlamacıya, sadece kendisinin aracılık ettiği veya bizzat yaptığı işler için komisyon ödenir (m. 455/2).

​Komisyonun muaccel olması anında, yapılan işin değeri henüz kesin olarak belirlenemiyorsa komisyon, önce alışılmış olan en az değeri üzerinden, geri kalanı ise, en geç işin yerine getirilmesinde ödenir (m. 455/3).

​- Pazarlama Faaliyetinin Engellenmesi Halinde Tazminat Hakkı: Pazarlamacının pazarlama işlerini yürütmesi, kendi kusuru olmaksızın imkânsız hâle gelir ve sözleşme veya kanun gereği bu hâlde bile kendisine ücret ödenmesi gerekirse ücret, sabit ücrete ve komisyonun kaybı sebebiyle ödenebilecek uygun tazminata göre belirlenir. Ancak
komisyon, ücretin 1/5’inden az ise, komisyon kaybı sebebiyle tazminat ödenmeyeceği yazılı olarak kararlaştırılabilir (m. 456/1). O halde, komisyon ücretin 1/5’inden az değilse, komisyon kaybı sebebiyle tazminat ödenmeyeceği kararlaştırılamaz. Pazarlamacı, pazarlama işlerini kendi kusuru olmaksızın yürütme imkânını bulamamasına karşın ücretinin tamamını almışsa, işverenin istemi üzerine, kendisinin yapabileceği ve kendisinden beklenebilecek işleri onun işletmesinde yapmakla yükümlüdür.

Yükümlülükleri

Pazarlamacı; talimatlara uymak, talimatlara uygun olarak müşterileri ziyaret etmek, işletme sahibine bilgi vermek ve siparişleri işletme sahibine ulaştırmakla yükümlüdür.​

Pazarlamacılık Sözleşmesinin Son Bulması ve Sonuçları

BK 459'da pazarlamacılık sözleşmesinin feshi konusunda özel bir düzenleme yapılmıştır.

Sözleşmenin sona ermesi halinde, pazarlamacıya, bizzat yaptığı veya yapılmasına aracılık ettiği tüm işlemler ile, kabul veya yerine getirme zamanına bakılmaksızın, son bulmaya kadar işverene iletilen siparişler için de komisyon ödenir (BK 460).

Son bulma halinde pazarlamacı; pazarlamacılık faaliyetinde bulunması için kendisine verilen fiyat tarifelerini, örnek ve modelleri, müşteri kayıtlarını ve diğer belgeleri de geri vermekle yükümlü olur.


BAĞIMSIZ TACİR YARDIMCILARI

1. SİMSAR

Simsarlık sözleşmesi simsarın, taraflar arasında bir sözleşme kurulması imkânının hazırlanmasını veya kurulmasına aracılık etmeyi üstlendiği ve bu sözleşmenin kurulması halinde ücrete hak kazandığı sözleşme olarak tanımlanmıştır (BK 520/I).

a- Simsar, tacirin bağımsız bir yardımcısıdır.

​b- Simsar ile onun hizmetinden yararlanan tacir arasındaki ilişki, geçici niteliktedir. Kural olarak simsar, belli bir sözleşmenin yapılması için görevlendirilir ve bu sözleşmenin yapılması (ya da yapılamayacağının anlaşılması) üzerine simsarin tacirle arasındaki ilişki son bulur.

​c- Simsar, aracılık yapar. Aracılık faaliyeti sadece sözleşme yapmak isteyen tarafları bir araya getirmekten ibaret olabileceği gibi, yerine göre sözleşmenin pazarlık safhasına katılmayı, sözleşme taslağını hazırlamayı da içerebilir. Aracılık faaliyetinin kapsamı, simsarlık sözleşmesinin hükümlerine göre belirlenir. Ancak simsarlık sözleşmesi, simsara temsil yetkisi vermez, başka bir deyişle simsar özel yetki verilmedikçe, kendisini görevlendiren taraf adına sözleşme yapamaz, bedeli tahsil edemez, satım konusu malları teslim alamaz.

​d- Simsarın, aracılık faaliyetini meslek şeklinde, devamlı surette yapması gerekli değildir.

​e- Simsar, aracılık faaliyetini ücret karşılığında yapar. Ücret ödenmeyecekse ilişki, simsarlık değil, vekâlettir.

Simsarlık sözleşmesinin yapılması, herhangi bir şekle bağlı tutulmamıştır. Ancak, yukarıda da değinildiği üzere, taşınmaz simsarlığına ilişkin sözleşmenin yazılı olarak yapılması zorunluluğu vardır



​f. HAKSIZ REKABET 

Bir eylemin haksız rekabet teşkil edip etmediğini kanunun 54 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir.

I - Amaç ve ilke

MADDE 54- (1) Haksız rekabete ilişkin bu Kısım hükümlerinin amacı, bütün katılanların menfaatine, dürüst ve bozulmamış rekabetin sağlanmasıdır.

 

(2) Rakipler arasında veya tedarik edenlerle müşteriler arasındaki ilişkileri etkileyen aldatıcı veya dürüstlük kuralına diğer şekillerdeki aykırı davranışlar ile ticari uygulamalar haksız ve hukuka aykırıdır. 

Serbest piyasa ekonomilerinde temel prensip serbest ticaret hakkıdır. Yani TC ve serbest piyasa ekonomisini kabul eden ülkelerde herkesin ticaret yapabilme hakkı vardır. Bu özgürlük herkezin serbestçe ticaret etme hakkını kullanmasını ifade eder, genel olarak buna rekabet özgürlüğü denir. Bunun anayasal dayanağı Anayasa 48. Maddedir.

 

Herkes dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetine sahiptir. Bu maddede hem serbest ticaret etme hakkı hem de rekabet özgürlüğü vurgulanmıştır. Dolayısıyla ticaret yapma ve rekabet etme özgürlüğü bizzat anayasa tarafından güvence altına alınmıştır.

 

Ancak bu rekabet etme özgürlüğünün elbette sınırları vardır ve rekabet edebilmenin bazı kuralları vardır.

 

İşte bu TTK’nın 54 ve devamı maddelerinde rekabet etme özgürlüğünün sınırlarını belirleyen ve bu sınırı aşan durumlarda hangi hukuki kuralların uygulanacağını düzenleyen maddelerdir.

 

Haksız rekabet aynı zamanda TBK (madde 57) ve tüketicinin korunması hakkındaki kanunda da düzenlenmiştir.

 

TBK’da ticari olmayan haksız rekabet halleri düzenlenmiş, ticari olan haksız rekabet için ikinci fıkrada ticaret kanununa atıf yapılmıştır.

 

Tüketicinin korunması hakkındaki kanunun 62. maddesinde düzenlenen haksız rekabet ise sadece tüketicilere karşı gerçekleştirilmiş olan ve ticari nitelik taşıyan haksız uygulamaları düzenlenmiştir.

 

TTK’da ise haksız rekabet halleri ticari nitelik taşısın veya taşımasın tüm haksız rekabet hallerini kapsayacak şekilde ve son derece ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Bu sebeple TBK’nın uygulama alanı neredeyse sıfıra yakındır.

 

TTK’nın 54. maddesinde; Haksız rekabete ilişkin bu düzenlemelerin amacı bütün katılanların menfaatine dürüst ve bozulmamış rekabetin sağlanmasıdır.

 

Buradaki rekabet alanı iktisadi anlamda ki rekabet alanıdır.

 

TTK anlamında bir eylemin uygulanmasının haksız rekabet olup olmadığı belirlenirken temel alınan kriter dürüstlük ilkesidir. Dolayısıyla hangi uygulamanın haksız rekabet teşkil ettiği belirlenirken 54. madde gereğince dürüstlük kuralı ölçü alınacaktır.

 

Aldatıcı veya dürüstlük kuralına diğer şekillerde aykırı davranışlar haksız rekabet olarak tanımlanır.

 

55. maddede ise hangi hallerin haksız rekabet teşkil ettiği açık bir şekilde düzenlenmiştir. Bu maddede uygulamada en çok karşılaşılan haksız rekabete konu fiil ve uygulamalar direkt olarak sayılmıştır ancak bu madde sınırlayıcı nitelikte değildir.

 

Öyleyse bir müvekkil bir uygulamadan şikayet etti ve dediki ben haksız rekabet hükümleri gereğince dava açmak istiyorum bu durumda ilk olarak 55. maddeye bakacağız. Ancak 55. maddede böyle bir uygulama sayılmamış ise o zaman genel düzenlemeye yani 54. maddenin ikinci fıkrasına gidiyoruz. 54. maddenin ikinci fıkrasında rakipler arasında veya tedarik edenlerle müşteriler arasındaki ilişkileri etkileyen aldatıcı veya dürüstlük kuralına diğer şekillerdeki aykırı davranışlar ile ticari uygulamalar haksız ve hukuka aykırıdır denilmektedir.

 

54. maddenin ikinci fıkrasına tekrar bakacak olursak diyor ki,

 

• Ticari nitelik taşıyan bir davranış veya uygulama mevcut olmalı ve

 

• Bu uygulamada fiil aldatıcı veya diğer bir şekilde dürüstlük kuralına aykırı olmalıdır.

 

• Ve rakipler arasında veya tedarik edenlerle müşteriler arasındaki ilişkiler etkilenmelidir.

 

Buradan çıkan sonuç sadece rakipler arasında rekabet olması gerekmiyor. Müşterilere karşı da yapılmış olan bir eylem söz konusu olabilir.

 

Haksız rekabet eylemini ifa eden kişinin kendi lehine yarar sağlanmış olması veya kusurlu olması gerekmez ayrıca haksız rekabete uğramış kişinin zarara uğraması da gerekmez.

 

Haksız rekabetten bahsedebilmemiz için ticari nitelik taşıyan bir davranış ya da uygulama olması gerekiyor. ֍֍֍Ancak bu ticari nitelikteki iş ya da eylem TTK anlamında bir ticari iş değildir. Buradaki ticari nitelikteki iş ya da eylemler iktisadi rekabeti ifade eder. Dolayısıyla bu işlemi yapan bir esnaf olması bir tacir olması hiçbir şekilde önemli değildir.

 

II - Dürüstlük kuralına aykırı davranışlar, ticari uygulamalar 

 

MADDE 55- (1) Aşağıda sayılan hâller haksız rekabet hâllerinin başlıcalarıdır:

 

a) Dürüstlük kuralına aykırı reklamlar ve satış yöntemleri ile diğer hukuka aykırı davranışlar ve özellikle;

 

1. Başkalarını veya onların mallarını, iş ürünlerini, fiyatlarını, faaliyetlerini veya ticari işlerini yanlış, yanıltıcı veya gereksiz yere incitici açıklamalarla kötülemek, 

 

2. Kendisi, ticari işletmesi, işletme işaretleri, malları, iş ürünleri, faaliyetleri, fiyatları, stokları, satış kampanyalarının biçimi ve iş ilişkileri hakkında gerçek dışı veya yanıltıcı açıklamalarda bulunmak veya aynı yollarla üçüncü kişiyi rekabette öne geçirmek,

 

3. Paye, diploma veya ödül almadığı hâlde bunlara sahipmişçesine hareket ederek müstesna yeteneğe malik bulunduğu zannını uyandırmaya çalışmak veya buna elverişli doğru olmayan meslek adları ve sembolleri kullanmak,

 

4. Başkasının malları, iş ürünleri, faaliyetleri veya işleri ile karıştırılmaya yol açan önlemler almak,

 

5. Kendisini, mallarını, iş ürünlerini, faaliyetlerini, fiyatlarını, gerçeğe aykırı, yanıltıcı, rakibini gereksiz yere kötüleyici veya gereksiz yere onun tanınmışlığından yararlanacak şekilde; başkaları, malları, iş ürünleri veya fiyatlarıyla karşılaştırmak ya da üçüncü kişiyi benzer yollardan öne geçirmek,

 

6. Seçilmiş bazı malları, iş ürünlerini veya faaliyetleri birden çok kere tedarik fiyatının altında satışa sunmak, bu sunumları reklamlarında özellikle vurgulamak ve bu şekilde müşterilerini, kendisinin veya rakiplerinin yeteneği hakkında yanıltmak; şu kadar ki, satış fiyatının, aynı çeşit malların, iş ürünlerinin veya faaliyetlerinin benzer hacimde alımında uygulanan tedarik fiyatının altında olması hâlinde yanıltmanın varlığı karine olarak kabul olunur; davalı, gerçek tedarik fiyatını ispatladığı takdirde bu fiyat değerlendirmeye esas olur,

 

7. Müşteriyi ek edimlerle sunumun gerçek değeri hakkında yanıltmak,

 

8. Müşterinin karar verme özgürlüğünü özellikle saldırgan satış yöntemleri ile sınırlamak,

 

9. Malların, iş ürünlerinin veya faaliyetlerin özelliklerini, miktarını, kullanım amaçlarını, yararlarını veya tehlikelerini gizlemek ve bu şekilde müşteriyi yanıltmak,

 

10. Taksitle satım sözleşmelerine veya buna benzer hukuki işlemlere ilişkin kamuya yapılan ilanlarda unvanını açıkça belirtmemek, peşin veya toplam satış fiyatını veya taksitle satımdan kaynaklanan ek maliyeti Türk Lirası ve yıllık oranlar üzerinden belirtmemek,

 

11. Tüketici kredilerine ilişkin kamuya yapılan ilanlarda unvanını açıkça belirtmemek veya kredilerin net tutarlarına, toplam giderlerine, efektif yıllık faizlerine ilişkin açık beyanlarda bulunmamak,

 

12. İşletmesine ilişkin faaliyetleri çerçevesinde, taksitle satım veya tüketici kredisi sözleşmeleri sunan veya akdeden ve bu bağlamda sözleşmenin konusu, fiyatı, ödeme şartları, sözleşme süresi, müşterinin cayma veya fesih hakkına veya kalan borcu vadeden önce ödeme hakkına ilişkin eksik veya yanlış bilgiler  içeren sözleşme formülleri kullanmak.

 

b) Sözleşmeyi ihlale veya sona erdirmeye yöneltmek; özellikle;

 

 1. Müşterilerle kendisinin bizzat sözleşme yapabilmesi için, onları başkalarıyla yapmış oldukları sözleşmelere aykırı davranmaya yöneltmek,

 

2. Üçüncü kişilerin işçilerine, vekillerine ve diğer yardımcı kişilerine, haketmedikleri ve onları işlerinin ifasında yükümlülüklerine aykırı davranmaya yöneltebilecek yararlar sağlayarak veya önererek, kendisine veya başkalarına çıkar sağlamaya çalışmak,

 

3. İşçileri, vekilleri veya diğer yardımcı kişileri, işverenlerinin veya müvekkillerinin üretim ve iş sırlarını ifşa etmeye veya ele geçirmeye yöneltmek,

 

4. Onunla kendisinin bu tür bir sözleşme yapabilmesi için, taksitle satış, peşin satış veya tüketici  kredisi  sözleşmesi yapmış  olan  alıcının  veya  kredi  alan  kişinin,  bu  sözleşmeden caymasına veya peşin satış sözleşmesi yapmış olan alıcının bu sözleşmeyi feshetmesine yöneltmek.

 

c) Başkalarının iş ürünlerinden yetkisiz yararlanma; özellikle;

 

1. Kendisine emanet edilmiş teklif, hesap veya plan gibi bir iş ürününden yetkisiz yararlanmak,

 

2. Üçüncü kişilere ait teklif, hesap veya plan gibi bir iş ürününden, bunların kendisine yetkisiz olarak tevdi edilmiş veya sağlanmış olduğunun bilinmesi gerektiği hâlde, yararlanmak,

 

3. Kendisinin uygun bir katkısı olmaksızın başkasına ait pazarlanmaya hazır çalışma ürünlerini teknik çoğaltma yöntemleriyle devralıp onlardan yararlanmak.

 

d) Üretim ve iş sırlarını hukuka aykırı olarak ifşa etmek; özellikle, gizlice ve izinsiz olarak ele geçirdiği veya başkaca hukuka aykırı bir şekilde öğrendiği bilgileri ve üretenin iş sırlarını değerlendiren veya başkalarına bildiren dürüstlüğe aykırı davranmış olur.

 

e) İş şartlarına uymamak; özellikle kanun veya sözleşmeyle, rakiplere de yüklenmiş olan veya bir meslek dalında veya çevrede olağan olan iş şartlarına uymayanlar dürüstlüğe aykırı davranmış olur.

 

f) Dürüstlük kuralına aykırı işlem şartları kullanmak. Özellikle yanıltıcı bir şekilde diğer taraf aleyhine;

 

1. Doğrudan veya yorum yoluyla uygulanacak kanuni düzenlemeden önemli ölçüde ayrılan, veya 

 

2. Sözleşmenin niteliğine önemli ölçüde aykırı haklar ve borçlar dağılımını öngören, önceden yazılmış genel işlem şartlarını kullananlar dürüstlüğe aykırı davranmış olur. 

 

Haksız rekabet hukukunun konusunu rekabet ortamını, piyasayı, ticari ortamı kısacası ticari hayatı etkileyen ya da etkilemesi muhtemel bulunan eylem davranış ve uygulamalar oluşturmaktadır ve burada ifade ettiğimiz ticari kelimesi hiçbir şekilde ticaret kanunu anlamındaki ticari iş anlamında kullanılmamaktadır.

 

Tekrar edecek olursak 55. maddede uygulamada en çok görülmüş olması sebebiyle  sayılan haksız rekabet halleri düzenlenmiştir ancak haksız rekabet halleri bu sayılanlarla sınırlı değildir.

 

55. maddede a bendinin dördüncü şıkkında sayılan başkasının malları, iş ürünleri, faaliyetleri veya işleri ile karıştırılmaya yol açan önlemleri almak haksız rekabet olarak sayılmıştır. Uygulamada en çok karşılaşılan haksız rekabet hali budur. Örnek verecek olursakk Apple Marc’a bir bilgisayarın simgesine benzeyen bir ürünle başka bir firmanın ürünü karışıklığa sebep olmuştur.

 

55. maddenin a bendinin beşinci şıkkına bakacak olursak; kendisinin mallarını ve iş ürünlerini, faaliyetlerini, fiyatlarını.. gerçeğe aykırı, yanıltıcı, rakibini gereksiz yere kötüleyici veya gereksiz yere onun tanınmışlığından yararlanacak şekilde başkalarının malları, ürünleri veya fiyatlarıyla karıştırılmak ya da üçüncü kişiye benzer yollardan öne geçirmek.

 

Burada özet olarak karşılaştırmalı reklamlar. O o örneğin ben X meyve suyu firmasıyım ve Y meyve suyu firmasını kötüleyerek kendimi ile karşılaştırma yaparsam bu karşılaştırmalı reklam yaparak haksız rekabet yapmadır. Unsurları;

 

• Karşılaştırma olmalı

 

• Gerçeğe aykırı olmalı

 

• Yanıltıcı olmalı

 

• Rakibi kötüleyici olmalı

 

• Ya da karşı tarafın tanınmışlığından yararlanacak

 

Mutlaka karşılaştırma olacak ve karşılaştırmanın konusu maddede sayıldığı üzere o firmanın ya kişinin malları, ürünlerine yönelik, fiyatları gibi özelliklerine yönelik olacaktır.

 

 

Ayrıca karşılaştırmalı reklamlar açısından bunların şartları ile ilgili ‘’Ticari reklam ve haksız ticari uygulamalar Yönetmeliği’’ diye bir yönetmeliğimiz var. Bu yönetmelikte ticari reklamlarda nelerin bulunması gerektiği ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir

 

Bu yönetmeliğin sekizinci maddesinde karşılaştırmalı reklamlar ancak;

 

• Rakipleri ait ürün adı, marka, logo, ticaret ünvanı, işletme adı veya diğer ayırt edici unsurlara yer verilmemesi

 

• Aldatıcı ve yanıltıcı olmaması

 

• Haksız rekabete yol açmaması

 

• Karşılaştırılan mal veya hizmetlerin aynı ihtiyaçları karşılaması ya da aynı amaca yönelik olması

 

• Tüketiciye fayda sağlayacak bir hususun karşılaştırılması

 

• Karşılaştırılan mal veya hizmetlerin, fiyatları da dahil, bir ya da daha fazla maddeyi, esaslı, doğrulanabilir ve tipik özelliklerin objektif olarak karşılaştırılması

 

• Nesnel, ölçülebilir, sayısal verilere dayanan iddiaların bilimsel test ve belgelerle ispatlanması

 

• Rakiplerin Mallarını, hizmetlerini, faaliyetlerini veya diğer Özlüklerini kötülememesi veya itibarsızlaştırmaması

 

• Menşei belirtilmiş mal veya hizmeti ilişkin karşılaştırma da mal veya hizmetlerin aynı coğrafi yerden olması

 

• Reklam veren ile rakibinin markası, ticaret ünvanı, işletme adı veya diğer bir ayırt edici işareti ya da mal veya hizmetleri ile ilgili karışıklığa yol açmaması.

 

• Reklam kurulunca belirlenen ilkelere aykırı olmaması koşuluyla yapılabilir.

 

Sekizinci şıkkımıza bakacak olursak burada diyor ki; müşterinin kararlarını, özgürlüğünü, özellikle saldırgan satış yöntemleri ile sınırlama.

 

Burada müşterilerde sanki o ürünü satın almak zorundaymış hissinin yaratılması söz konusudur.

Bu konudada ticari reklam ve haksız ticari uygulamalar yönetmeliğinin 31. maddesinde hangi davranışların saldırgan olduğu açıklanmıştır.

 

Bu maddede özetle, bir ticari uygulamanın taciz, fiziksel şiddet dahil, cebir veya haksız fesih yoluyla ortalama tüketicinin bir mal ya da hizmeti ilişkin seçim veya davranış özgürlüğünü önemli ölçüde bozulması veya bozma olasılığı taşıması ve tüketicinin bu sebeple normal şartlar altında taraf olamayacağı bir hukuki işleme taraf olması veya taraf olma olasılığının artması halinde saldırgan olduğu söylenebilir.

 

Bu örneklerin hepsi a bendi altında sayılmış olan özellik, haksız rekabet uygulamasına ilişkin örneklerdır. A bendi, dürüstlük kuralına aykırı reklam ve satış yöntemleri ile diğer hukuka aykırı davranışlardır.

 

55. maddenin b bendi sözleşmeyi ihlale veya sona erdirmeye yöneltmek başlığını taşır.

 

C bendi ise başkalarının iş ürünlerinden yetkisiz yararlanma başlığını taşır.

 

E bendi İş şartlarına uymamak. Özellikle kanun veya sözleşme ile rakipleride yüklenmiş olan veya bir meslek dalında veya çerçeve olan iş şartlarına uymayanlar bu mesleği aykırı davranmış olur.

 

Son olarak F bendi dürüstlük kuralına aykırı işlem şartları kullanma. Özellikle yanıltıcı bir şekilde diğer taraf aleyhine bir, doğrudan veya yorum yoluyla uygulanacak kanuni düzenlemeden önemli ölçüde ayrılan veya sözleşme niteliğinde önemli ölçüde haklar ve borçlar dağılımı Öngören, önceden yazılmış genel işlem şartlarını kullananlar dürüstlüğü aykırı davranmış olur.

 

Şu ana kadar saymış olduğumuz tüm bu hususlar 55. maddede teker teker düzenlenmiştir. Kanun koyucu tüm bu halleri haksız rekabet, tartışmasızca gerçekleşmesi halinde haksız rekabet hükümlerine tabi olan hallerdir.

 

Ancak bunlar sınırlı sayıda değildir. Benzemesi koşuluyla bir olayın her ne kadar birebir saydığımız koşullar altında değerlendirilecek olmasa da karşımıza çıkan bir olay benzer şartları taşıyorsa 55. maddenin altında sayılan örnekler somut olay koşullarına göre haksız rekabete benzer  ise dolayısıyla bu da bir haksız rekabet deriz.

 

55. maddede sayılan örneklerden hiçbirine benzemiyorsa somut olay o zaman 54. maddedeki genel hükme gideriz.

 

56. maddede ise haksız rekabetin bulunması halinde hukuki sonuçları düzenler.

 

Haksız Rekabet Halinde Uygulanan Davalar:

B) Hukuki sorumluluk I - Çeşitli davalar MADDE 56-

 

(1) Haksız rekabet sebebiyle müşterileri, kredisi, meslekî itibarı, ticari faaliyetleri veya diğer ekonomik menfaatleri zarar gören veya böyle bir tehlikeyle karşılaşabilecek olan kimse; 

 

a) Fiilin haksız olup olmadığının tespitini, 

 

b) Haksız rekabetin men’ini,

 

c) Haksız rekabetin sonucu olan maddi durumun ortadan kaldırılmasını, haksız rekabet yanlış veya yanıltıcı beyanlarla yapılmışsa bu beyanların düzeltilmesini ve tecavüzün önlenmesi için kaçınılmaz ise, haksız rekabetin işlenmesinde etkili olan araçların ve malların imhasını,

 

d) Kusur varsa zarar ve zıyanın tazminini,

 

e) Türk Borçlar Kanununun 58 inci maddesinde öngörülen şartların varlığında manevi tazminat verilmesini, isteyebilir. Davacı lehine ve (d) bendi hükmünce tazminat olarak hâkim, haksız rekabet sonucunda davalının elde etmesi mümkün görülen menfaatin karşılığına da karar verebilir. 

 

(2) Ekonomik çıkarları zarar gören veya böyle bir tehlikeyle karşılaşabilecek müşteriler de birinci fıkradaki davaları açabilirler, ancak araçların ve malların imhasını isteyemezler. 

 

(3) Ticaret ve sanayi odaları, esnaf odaları, borsalar ve tüzüklerine göre üyelerinin ekonomik menfaatlerini korumaya yetkili bulunan diğer meslekî ve ekonomik birlikler ile tüzüklerine göre tüketicilerin ekonomik menfaatlerini koruyan sivil toplum kuruluşlarıyla kamusal nitelikteki kurumlar da birinci fıkranın (a), (b) ve (c) bentlerinde yazılı davaları açabilirler. 

 

(4) Bir kimse aleyhine birinci fıkranın (b) ve (c) bentleri gereğince verilmiş olan hüküm, haksız rekabete konu malları, doğrudan veya dolaylı bir şekilde ondan ticari amaçla elde etmiş olan kişiler hakkında da icra olunur.

 

 

Burada kanun koyucu A, B, C, D ,e olmak üzere çeşitli davalar öngörmüştür.

 

A  bendinde filin haksız olup olmadığını tespit davası

 

B bendinde haksız rekabetin men’i (önlenmesi) davası

 

C bendinde haksız rekabetin sonucu olan maddi durumu ortadan kaldırılması davası

 

D ve E bendinde ise kusurun ve zararın olması koşuluyla maddi ve manevi tazminat davaları

 

İşte bu davalar haksız rekabet uygulamasının bulunduğu durumlarda açılabilecek olan davalardır.

 

Hatırlayacak olursanız ticari davalarda bir arabuluculuk şartı vardır. Yani bir ticari davayı açmadan önce belirli bir alacak ya da tazminat davası söz konusuysa o zaman arabulucula başvurmak zorunludur. Bu halde eğer haksız rekabete ilişkin olarak maddi ya da manevi tazminat davası açıyorsak eğer o zaman arabulucuya başvurmak bizim açımızdan dava şartı olacaktır.

 

Kanun koyucu dava sürecinde meydana gelebilecek olan hak kayıplarının önlenmesi amacıyla, 61. maddede haksız rekabet hükümlerinin altında İhtiyari tedbir başlığı altında önemli bir düzenleme yapmıştır.

 

VI - İhtiyati tedbirler 

 

MADDE 61- (1) Dava açma hakkını haiz bulunan kimsenin talebi üzerine mahkeme, mevcut durumun olduğu gibi korunmasına, 56 ncı maddenin birinci fıkrasının (b) ve (c) bentlerinde öngörüldüğü gibi haksız rekabet sonucu oluşan maddi durumun ortadan kaldırılmasına, haksız rekabetin önlenmesine ve yanlış veya yanıltıcı beyanların düzeltilmesine ve diğer tedbirlere, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun ihtiyati tedbir hakkındaki hükümlerine göre karar verebilir. 

 

(2) Ayrıca, hak sahibinin yetkilerine tecavüz oluşturması hâlinde cezayı gerektiren haksız rekabet konusu mallara, ithalat veya ihracat sırasında hak sahibinin talebi üzerine, gümrük idareleri tarafından ihtiyati tedbir niteliğinde el konulabilir. 

 

(3) El koyma ile ilgili uygulama bu konudaki mevzuata  tabidir.

 

(4) Gümrük idarelerindeki tedbir veya el koyma kararının tebliğinden itibaren on gün içinde, esas hakkında ilgili mahkemede dava açılmaz veya mahkemeden tedbir niteliğinde karar alınmazsa idarenin el koyma kararı ortadan kalkar.

 

 

Burada dava açma hakkına haiz bulunan kimse bu kimsenin talep etmesi halinde mahkeme mevcut durumun olduğu gibi korunmasına 56. maddenin b ve c bentlerinde öngördüğü gibi haksız rekabet sonucu oluşan maddi durumun ortadan kaldırılmasına, haksız rekabetin önlenmesi ve yanlış veya yanıltıcı beyanların düzeltilmesine ve diğer tedbirlere HMK’nın ihtiyari tedbir hakkındaki hükümlerine göre karar verebilir.

 

Özetle burada kanun koyucu; eğer talep ederse kişi dava uzun süreceği için mahkemeden bir ihtiyati  tedbir talebinde bulunabilir. Mahkeme ihtiyati tedbir kararı verirse bu durumda haksız rekabet sonucu maddi durumun ortadan kaldırılmasına ihtiyaten karar verilebilir. Veya ihtiyati tedbir kararı ile düzeltilmesine, kaldırılmasına karar verilebilir.

 

61. maddenin devamında şöyle diyor, eğer bu fiil cezayı gerektiren suç oluşturan bir fiilse haksız rekabet konusu mallara ithalat ve ihracat sırasında yine hak sahibinin talebi üzerine gümrük idareleri tarafından ihtiyati tedbir niteliğinde el konulabilir. O ancak bu durumda şartımız söz konusu hakkına tecavüz edilmesi eylemi bir suç oluşturmalıdır.

 

Ve bu maddenin devamında gümrük idarelerindeki bu tedbir veya el koyma kararının Tebliği edilmesinden itibaren on gün içinde mahkemeye bu kararı talep eden kişi tarafından dava açılmalıdır.

 

Davalarda acaba davacı ve davalı kim olacaktır. Davacılar dediğimiz de 56. maddede üç grup davacı vardır.

 

Rakipler, haksız rekabet sebebiyle zarar gören veya zarar görme tehlikesi altında bulunan kimselerdir

 

Müşteriler, haksız rekabet fiili uygulaması sebebiyle ekonomik zarar gören veya zarar görme tehlikesi altında olan müşteriler

 

Mesleki ve ekonomi birlikler, ticaret ve Sanayi odaları, Esnaf odaları, Borsalar ve tüzüklerine göre üyelerin ekonomik menfaatlerini korumaya yetkili bulunan diğer mesleki ve ekonomik birliklerle çevreye göre tüketicilerin ekonomik menfaatlerini koruyan sivil toplum kuruluşları ile kamusal antepteki kurumlar birinci fıkranın a, b, c bendinde yazılı davaları açabilirler.

 

A,b, C bendindeki davalar; tespit, men ve maddi durumun ortadan kaldırılması davalarıdır. D ve E bendindeki davalar ise maddi Ve manevi tazminatlara ilişkindir. Maddi ve manevi tazminat davasını ise bizzat zarar gören açar.

 

Davalılar ise birkaç grup halinde sayılıyor. Üç ila dört grup diyelim.

 

İlk olarak haksız rekabeti gerçekleştiren kişiye dava açarız.

 

Bunun yanı sıra 57. maddede Çalıştıranlardan bahsetmiş. Bu maddede haksız rekabet fiili hizmetlerini veya işlerini gördükleri sırada çalışanlar veya işçiler tarafından eğer işlenmiş ise 56. maddenin a, b, C bentlerinde yazılı olan davaları çalıştıranlara karşı açılabilir.

 

Yani haksız rekabet eğer kişinin yanında çalıştır da kişiler ya da işçileri tarafından meydana getirilmişse bu durumda kanun özel olarak düzenlenmiş, haksız rekabet davalarında saymış olduğumuz ilk üç davayı yani tespit, men ve maddi durumu ortadan kaldıran davayı çalıştıranlara karşı da açabilme imkanı tanımıştır.

 

Maddenin devamında ise D ve e fıkralarında sayılmış olan davalar ise Borçlar kanununa tabiidir. Yani maddi ve manevi tazminat davalarından bahsediyoruz. Yani eğer gerekli özeni itinayı dikkate göstermişse çalıştıran sorumluluktan kurtulabilir. Sorumlulu kusurlu olmasına bağlıdır. Özetle çalıştıran a, b ve c’deki davalara doğrudan muhatap olacak geçen tazminat davalarını muhatap olabilmesi için kusurlu olması gerekecektir.

 

Üçüncü grubumuz ise 58. maddede basın yayın kuruluşları ve yöneticilerinin sorumlulu başlığında düzenlenmiştir. Bu maddede haksız rekabet her türlü basın yayın iletişim bilişim işlemleri ile ileride gerçekleşecek teknik gelişmeler sonucunda faaliyete geçecek kuruluşlar aracılığıyla işlenmişse haksız rekabet 56. maddenin a, b ve C bentlerinde yazılı olan davalar ancak basımda yayınlanan şeyin, programın ekranda bilişim aracında veya benzeri ortamlarda görüntülenen ses olarak yayınlanan veya herhangi bir şekilde iletişim sahipleri ile ilan veren kişiler aleyhine açılabilir.

 

Bu sayılanlardan birinin kusurun olması halinde bu süreye bakılmaksızın dava açılabiliyor. demekki belirtilen sırada dava açmak gerekir. Yazı işleri müdürü eğer o yoksa genel yayın yönetmeni oda yoksa program yapımcısı.

 

Ancak her ne kadar bu sıraya uyulması gerekiyorsa da eğer içlerinden bir tanesinin beşinci sırada olmasına rağmen kusuru varsa o zaman bu kişiye de diyor dava açılabilir

 

Eğer bu sayılan kişilerin kusuru varsa o zaman bunlara sadece a,b,C Bentlerindeki davalar değil d ve e bentlerinde ki tazminat davaları da açılabilir.

 

56. maddenin dördüncü fıkrası nda da b ve C bentleri gereğince verilmiş olan hüküm haksız rekabete konu malları doğrudan veya dolaylı bir şekilde ondan ticari amaçla elde etmiş olan kişiler hakkında da icra olunur.

 

HAKSIZ REKABETTE ZAMANAŞIMI

 

56. maddede yazılı davalar, davaya hakkı olan tarafın bu hakların doğumunu öğrendiği günden itibaren bir yıl ve herhalde bunların doğumundan itibaren üç yıl geçmekle zamanaşımına uğrar. Haksız fiil aynı zamanda TCK gereğince daha uzun dava zamanaşımı süresine tabi ise bu süre hukuk davaları için de geçerli olur.

 

Süreler haksız rekabet teşkil eden fiilin sona ermesinden itibaren işlemeye başlayacaktır.

 






​g. TİCARİ DEFTERLER

TİCARİ DEFTERLER

 

 

Ticari defter denilince ticaret kanunun 18. maddesi aklımıza geliyor.

 

C) Tacir olmanın hükümleri

I - Genel olarak MADDE 18- (1) Tacir, her türlü borcu için iflasa tabidir; ayrıca kanuna uygun bir ticaret unvanı seçmek, ticari işletmesini ticaret siciline tescil ettirmek ve bu Kanun hükümleri uyarınca gerekli ticari defterleri tutmakla da yükümlüdür. 

 

(2) Her tacirin, ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket etmesi

 

(3) Tacirler arasında, diğer tarafı temerrüde düşürmeye, sözleşmeyi feshe, sözleşmeden dönmeye ilişkin ihbarlar veya ihtarlar noter aracılığıyla, taahhütlü mektupla, telgrafla veya güvenli elektronik imza kullanılarak kayıtlı elektronik posta sistemi ile yapılır. 

 

(4) Tacir sıfatına bağlı olan diğer hükümler saklıdır.

 

18. maddede tacir olmanın hükümlerinin genel olarak sayıldığını görürüz. İşte ticaret unvanı kullanmak, iflasa tabi olmak, Gerekli ticari defterleri tutmak gibi yükümlülükleri vardır.

 

Kanun koyucunun tacire ticari defter tutma yükümlülüğünün yüklemesinin  en büyük sebebi, tacirin ticari işletmesinde yapmış olduğu işlemlerin bütününü  göz önünde bulundurmasını sağlamaktır. Tacir ticari defterlerde ticari işletmesine ilişkin bütün iktisadi ve mali gelişmelerini görür. Bunların hepsini ticari defterlere kaydetmek zorundadır.

 

Ayrıca devlet bakımından tacirin ticari defterler tutmasının önemi vergi konusunda, vergi yükünün belirlenmesi yani vergi hukuku açısından ortaya çıkar.

 

Tacirler ve tacir gibi sorumlu tutulanlar ve hakim teşebbüs ticari defter tutmak zorundadır. Ayrıca donatma iştiraki de tacir olarak kabul edildiği için ticari defter tutmakla yükümlüdür.

 

Ticari defterler, TTK’ nın 64. madde ve devamında düzenlenmiştir.

 

Bizim için en önemli olan şey ticari defterlerin delil niteliğidir. Çünkü tacir, ticari defterlerini kendisine ileri sürmüş olduğu savunmalarını desteklemek amacıyla çıkartıp defterini gösterebilir. Ya da karşı tarafın defterini göstermesini isteyebilir.

 

Ticari defter tutma yükümlülüğü altında bulunan bir kişi açısından bu yükümlülük ne zaman doğar sorusunun cevabı 87. maddededir.

 

MADDE 87- (1) İşletmesini ticaret siciline tescil ettirmekle yükümlü olan işletme sahipleri için bu Kısım hükümleri, ticaret siciline tescil ettirme yükümlülüğünün doğduğu andan itibaren geçerlidir. 

 

Bu maddeye göre, işletmesini ticaret siciline tescil ettirmekle yükümlü olan işletme sahipleri için bu kısım hükümleri, ticaret siciline tescil ettirme yükümlülüğünün doğduğu andan itibaren geçerlidir. Özetle ֍֍֍ticari işletmeyi ticaret siciline tescil ettirme yükümlülüğünün doğduğu anda ticari defter tutma yükümlülüğü de doğar.

 

Gerçek bir kişinin ticari işletmeyi ticaret siciline tescil ettirme yükümlülüğünün doğduğu an ticari işletme faaliyetine başlama anıdır. Gerçek kişi tacir ticari işletmeye kendi adına ya da tamamen ya da kısmen kendi adına işletmeye başladığı ticari işletmesini 15 gün içersinde ticaret siciline kaydetmekle yükümlüdür.

 

Tüzel kişilerde ise ticaret şirketleri ve diğer tüzel kişileri ayırarak inceliyoruz ticari şirketlerde defter tutmanı ticaret şirketinin tescil edildiği an itibari ile başlar. Diğer tüzel kişiler değilse ticari işletmenin faaliyete başlandığında defter tutma yükümlülüğü başlar.

 

Defter tutma yükümlülüğünün sona ermesine bakacak olursak tüzel kişilerde şirket tescilden terkin edilmesi ile gerçek kişilerde ise işletmenin ticaret sicilinden silinmesi ile defter tutma yükümlülüğü ortadan kalkar.

 

Ticari defter tutulması kanunda açık bir şekilde düzenlenmiştir ancak kanun haricinde ticari defterleri ilişkin 2012 tarihli bir Tebliğimiz vardır.

 

Baktığımız zaman iki tür defter vardır. Bir muhasebe ile ilgili defterler ikincisi muhasebe ile ilgili olmayan defterlerdir. Bunların altında da yine bazı kategoriler vardır.

 

Muhasebe ile ilgili olan defterler 64. maddenin üçüncü fıkrasında şu şekilde belirtilmiştir:

 

Her tacir, ticari defter tutmak ve defterlerinde, ticari işletmeleri ile ticari işletmesinin iktisadi ve mali durumunu, borç ve alacak ilişkilerini ve her hesap dönemi içinde elde edilen neticeleri bu kanuna göre açıkça görebilir bir şekilde ortaya koymak zorundadır. Defterler, üçüncü kişi uzmanlara, makul bir süre içinde yapacakları incelemede işletmenin faaliyetleri ve finansal durumu hakkında fikir verebilecek şekilde tutulur. Ticari faaliyetlerin oluşumu ve gelişmesi defterlerden izlenebilmelidir.

 

Tacir, işletmesi ile ilgili olarak gönderilmiş bulunan her türlü belgenin fotokopi, karbonlu kopya, bilgisayar kaydı ve benzeri şekilde bir kopyasını yazılı, görsel veya elektronik ortamda saklamakla yükümlüdür.

 

Fiziki ortamda tutulan yevmiye defteri, defteri kebir ve envanter defteri ile dördüncü fıkrada sayılan defterlerin açılış onayları, kuruluş sırasında ve kullanılmaya başlanmadan önce noter tarafından yapılır. Bu defterlerin izleyen faaliyet dönemlerindeki açılış onayları, defterlerin kullanılacağı faaliyet döneminin ilk ayından önceki ayın son gününe kadar noterce yapılır. Pay defteri ile genel kurul toplantı ve müzakere defteri yeterli yaprakları bulunmak kaydıyla izleyen faaliyet dönemlerinde de açılış onayı yaptırmaksızın kullanılmaya devam edilebilir. Yevmiye defterlerinin kapanış onayı İzleyen faaliyet döneminin altıncı ayın sonuna kadar yönetim kurulu karar defterlerinin kapanış onayı ise izleyen faaliyet döneminin birinci ayinin sonuna kadar notere yaptırılır.

 

Kanunda sayılan bu defterler aynı zamanda Tebliği de de belirtilmiştir.

 

Yevmiye defteri, tacirin yapmış olduğu işlemleri tarihi sırasıyla düzenli olarak kaydettiği yerdir

 

Defteri kebir denilen büyük defter yevmiye defterindeki işlemlerin sistemli bir şekilde hesaba geçirildiği defterdir.

 

Envanter defteri ise şirketin ya da ticari işletmenin bütün malvarlığı unsurlarının yer aldığı daha kapsamlı bir defterdir.

 

Bir diğer kategori ise muhasebe ile ilgili olmayan defterler girer. Bunlardan bir tanesi ticari şirketlerde pay sahiplerinin kaydedildiği defterdir. Bir diğeri ise genel kurul toplantı ve müzakere defteridir.

 

Bu defterler usulüne uygun olarak tutulmalıdır zira bu defterler ticari davalarda delil olma niteliğine haizdir.

 

65. maddeye geldiğimizde defter tutma usulunü hüküm altına almıştır.

 

II - Defterlerin tutulması

MADDE 65- (1) Defterler ve gerekli diğer kayıtlar Türkçe tutulur. Kısaltmalar, rakamlar, harfler ve semboller kullanıldığı takdirde bunların anlamları açıkça belirtilmelidir. 

 

(2) Defterlere yazımlar ve diğer gerekli kayıtlar, eksiksiz, doğru, zamanında ve düzenli olarak yapılır.

 

(3) Bir yazım veya kayıt, önceki içeriği belirlenemeyecek şekilde çizilemez ve değiştirilemez. Kayıt sırasında mı yoksa daha sonra mı yapıldığı anlaşılmayan değiştirmeler yasaktır.

 

(4) Defterler ve gerekli diğer kayıtlar, olgu ve işlemleri saptayan belgelerin dosyalanması şeklinde veya veri taşıyıcıları aracılığıyla tutulabilir. (…)(2) Defterlerin ve gerekli diğer kayıtların elektronik ortamda tutulması durumunda, bilgilerin saklanma süresince bunlara ulaşılmasının ve bu süre içinde bunların her zaman kolaylıkla okunmasının temin edilmiş olması şarttır. Elektronik ortamda tutulma hâlinde birinci ilâ üçüncü fıkra hükümleri kıyas yoluyla uygulanır.

 

 

Bu maddede özetle defterin Türkçe olması gerektiği, eksiksiz, doğru ve zamanında tutulması gerektiği ve işlemlerin kaydedilmesi işlemin yapımından itibaren on gün içersinde yapılması gerektiği gibi düzenlemeler getiriyor. Burada belirtilmiş olan kurallara uygun bir şekilde defterleri ve bu bağlamda en önemli husus defterlerin açılış onayının ve kapanış onaylarının yapılmasıdır.

 

Kanunda açılış onayına tabi defterler yevmiye defteri, defteri kebir ve envanter defteridir. Bunlar muhasebe ile ilgili olan defterlerdır. Bunların dışında muhasebe ile ilgili olmayan pay defteri, yönetim kurulu kararı defteri, eğer limited şirket söz konusuysa müdürler kurulu karar defteri ve genel kurul ve müzakere defteridir. Bu onay noter tarafından yapılır.

 

Kapanış onayı ise kanunda iki defter açısından öngörülmüştür. Bunlar yevmiye defteri ve yönetim kurulu karar defteridir.

 

Eğer defterler usulüne uygun olarak tutulmamışsa, açılış kapanış onayları alınmamışsa defterler kanuna uygun olarak tutulmamıştır. Dolayısıyla HMK 222’de Bu durumda ticari defterlerin taciri lehine delil olarak dikkate alınamayacağını ancak defterlerdeki kayıtların tacirin aleyhine delil olarak kabul edileceği hüküm altına alınmıştır.

 

Bir diğer önemli mesele ise ticari defter ve belgeleri saklama durumu, saklama süresidir. Bu durum ticaret kanununun 82. maddesinde açıklanmıştır.

 

Bu maddede özetle her tacirin ticari defterlerini, envanterlerini, açılış bilançolarını, ara bilançolarını, finansal tablolarını saklamakla yükümlü olduğu hüküm altına alınmıştır. Bu saklama süresi ise 82. maddenin beşinci fıkrasında 10 yıl olarak belirtilmiştir.

 

82. maddenin yedinci fıkrasında ise bir tacirin saklamakla yükümlü olduğu defterler ve belgeler yangın, su baskını veya yersan sıkıntısı gibi bir afet veya hırsızlık sebebiyle ve kanuni saklama süresi içinde ziyaa uğrarsa tacir ziyaı öğrendiği andan itibaren 30 gün içinde ticari işletmenin bulunduğu yer yetkili mahkemesinde kendisine bir belge verilmesini isteyebilir. Bu dava hasımsız açılır. Mahkeme gerekli gördüğü delillerin toplanmasını emredebilir.

 

Tacir kendisinden beklenen tüm özeni göstermiş olmasına rağmen defterlerin ziyana uğramasına sebep olan herhangi bir başka sebep varsa yine bu durumdada mahkemeye gidip zayi belgesi alabilir.

 

İşte bu yükümlülükler tacir açısından kanunda öngörülen yükümlülüklerdır. Bu yükümlülüklere uyulmaması halinde ilgili tacirin Bir takım sorumlulukları doğar, her şeyden önce bu defterlerin sahibi lehine delil olarak kullanılamazlar. Tacir aynı zamanda ticaret defterlerini ibrazdan kaçırmış duruma düşer ve bunun bir takım cezai yaptırımları da vardır.

 

Ticari defterlerin delil olması niteliği HMK 222. maddede açıklanmıştır

 

HMK 222

 

Bir ticari defter’in sahibi lehine delil olarak ileri sürebilmesi için her iki tarafında ticari defter tutma yükümlülüğünün olması gerekir.(*)

Ancak karşı tarafın ticari defterleri tacir aleyhine delil olarak ileri sürülenbilmesi için her iki tarafında ticari defter tutma yükümlülüğü yoktur.(*)

 

Ticari defterlerin tacirlerine delil olabilmesi için gerçekleşmesi gereken şartlar, ilk olarak az önce belirttiğimiz

her iki tarafında tacir olması gerekir. Aynı zamanda uyuşmazlığın her iki tarafın da defterine geçirilmesi gereken bir ticari işten kaynaklanmış olması gerekir. Delil olması istenilen defterin muhakkak kanuna uygun olarak tutulması gerekir. Ve defter kayıtlarının birbirini doğrulaması gerekir. Son olarak karşı tarafın tacirin delillerini kendi defter kayıtlarındaki kesin delille çürütmüş olmalıdır. 

 

• Her iki tarafında tacir olması

 

• Uyuşmazlığın her iki tarafın da defterine geçirilmesi gereken bir ticari işten kaynaklanmış olması

 

• Delil olması istenilen defterin muhakkak kanuna uygun olarak tutulması

 

• Karşı tarafın tacirin delillerini kendi defter kayıtlarındaki kesin delille çürütmüş olmamalı

 

Ancak karşı tarafta ibraz edilen defter, tacirin kayıtlarına aykırıysa veya bu hususta herhangi bir kayıt yoksa tacir iddiasını ispat etmiş olamaz. Yani kendi defterinin delil olarak ileri sürülenbilmesi için karşı tarafın defterinde de bu hususun belirtilmiş olması, tacirin defteri ile karşı tarafın defterlerindeki kayıtların uyumlu olması gerekir.

 

Ancak karşıdaki taraf defterlerini ibraz etmezse ya da karşı tarafın ibraz ettiği defterler kanunen usulüne uygun olarak düzenlenmemişse o zaman tacir lehine olarak öne sürdüğü ticari defterinde yazılı olan hususları ispat etmiş olur. Bu bir karinedir aksi ispatlanabilir.

 

HMK 222. maddesinin dördüncü fıkrası nda, açılış ve kapanış onayları bulunmayan ve içerdiği kayıtlar birbirini doğrulama yani ticari defter kayıtları sahibi aleyhine delil olur hükmü getirilmiştir.






​h. TİCARET SİCİLİ 









​ı. CARİ HESAP









​ŞİRKETLER HUKUKU


Şirketler iki ana gruba ayrılır.

​1. Adi şirket

​2. Ticaret şirketleri

Adi şirket temel şirket türüdür. Eğer özel bir şirket kanunda düzenlenmemiş ise adi şirket hükümleri uygulanır. Borçlar Kanununda 620 ve 645. maddeleri arasında düzenlenmiştir.

A. Tanımı 
MADDE 620- (1) 
Adi ortaklık sözleşmesi, iki ya da daha fazla kişinin emeklerini ve mallarını ortak bir amaca erişmek üzere birleştirmeyi üstlendikleri sözleşmedir. 

(2) Bir ortaklık, kanunla düzenlenmiş ortaklıkların ayırt edici niteliklerini taşımıyorsa, bu bölüm hükümlerine tabi adi ortaklık sayılır.

Ticaret şirket türleri ise  Ticaret Kanununun 124. maddesinde sayılmıştır. Bunun dışında diğer kanunlarda düzenlenmiş özel ticaret şirket türleri olabilir. Bizim için önemli olan 124. maddede sayılanlardır.

A) Türleri MADDE 124- (1) Ticaret şirketleri; kollektif, komandit, anonim, limited ve kooperatif şirketlerden ibarettir. 

(2) Bu Kanunda, kollektif ile komandit şirket şahıs; anonim, limited ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirket sermaye şirketi sayılır.


Ticaret şirketleri de kendi içerisinde ''şahıs şirketleri'' ve ''sermaye şirketleri'' olarak iki gruba ayrılır. Sermaye şirketleri; ortakların sınırlı sorumlu olduğu, borçlarından dolayı sınırlı sorumlu tutulduğu şirket türüdür. Sermaye şirketleri, limited şirket ve anonim şirkettir. Şahıs şirketleri ise komandit ve kolektif şirkettir.

Ticaret şirketleri ile adi şirketi birbirinden ayıran özellik ticaret şirketinin tüzel kişiliğinin bulunmasıdır. Buna karşılık adi şirketin bir tüzel kişiliği bulunmamaktadır.

Genel şirket tanımı Borçlar Kanunu m. 620'de yapılmıştır. Yani 620. maddedeki adi şirket tanımı aslında genel olarak şirket kavramını tanımlar. Ancak kanunda özel tipleri öngörülmüş olan ticaret şirketlerinin bu tanımdan kısmen ayrılan yönleri bulunmaktadır. Kanunda zaten adi şirketin genel nitelikli bir şirket türü olduğu, diğer şirket türleri için özel düzenleme bulunmadığı durumlarda adi şirket hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir.

Aynı zamanda TBK 620. maddenin ikinci fıkrasına bakıldığında bir ortaklık kanunda düzenlenmiş ortaklıkların ayırt edici niteliklerini taşımıyorsa bu bölüm hükümlerine tabi adi ortaklık sayılır denilmektedir.


Yine ticaret kanunun 126. maddesinde ticaret şirketlerine ilişkin ticaret kanununda hüküm bulunmaması halinde medeni kanunun tüzel kişiliklerine ilişkin genel hükümlerinin uygulanacağını orada da hüküm bulunmaması halinde adi şirkete ilişkin hükümlerin uygulanacağı belirtilmiştir.

C) Uygulanacak kanun hükümleri
MADDE 126 (1) Her şirket türüne özgü hükümler saklı kalmak şartıyla, Türk Medenî Kanununun tüzel kişilere ilişkin genel hükümleri ile bu Kısımda hüküm bulunmayan hususlarda Türk Borçlar Kanununun adi şirkete dair hükümleri her şirket türünün niteliğine uygun olduğu oranda, ticaret şirketleri hakkında da uygulanır.


 



a. ADİ ŞİRKET​


TBK'nın 620. maddesinde adi ortaklık sözleşmesi tanımlanmıştır. Biz buradan adi şirket tanımını çıkartırız.

A. Tanımı MADDE 620- Adi ortaklık sözleşmesi, iki ya da daha fazla kişinin emeklerini ve mallarını ortak bir amaca erişmek üzere birleştirmeyi üstlendikleri sözleşmedir. 

Bir ortaklık, kanunla düzenlenmiş ortaklıkların ayırt edici niteliklerini taşımıyorsa, bu bölüm hükümlerine tabi adi ortaklık sayılır.

Bu hükümden de anlaşılacağı üzere adi ortaklık iki veya daha fazla kişinin emeklerini veya mallarını ortak bir amaca erişmek için birleştirmelerini ifade eder. 

Bu tanım dikkate alındığında adi ortaklık sözleşmesinin beş unsuru kapsadığını görmekteyiz.

 

 

1.Kişi Unsuru

 Adi ortaklıktan söz edebilmek için en az iki ortağa ihtiyaç vardır. Bu ortaklar gerçek veya tüzel kişi olabilir.

Adi ortaklıkta kişi unsuru çok önemlidir. Çünkü ortaklar birbirini tanımalı ve birbirlerine güvenerek eşit durumda olmalıdır.

2.Sermaye Unsuru

Adi ortaklıkta ortaklar sermaye getirmekle yükümlüdür. Ortakların getirdiği sermayeler birleşip ortaklık sermayesini oluşturur. Bu sermayeye de ortaklar elbirliği mülkiyeti şeklinde sahip olur.

Sermaye unsuruna bakacak olursak ortakların bir sermaye getirmesi gerekir. Ticaret kanununun 127. maddesinde nelerin sermaye olarak getirileceği düzenlenmiştir.

D) Sermaye koyma borcu 
I - Konusu 
MADDE 127-
(1) Kanunda aksine hüküm olmadıkça ticaret şirketlerine sermaye olarak; 

a) Para, alacak, kıymetli evrak ve sermaye şirketlerine ait paylar, 
b) Fikrî mülkiyet hakları, 
c) Taşınırlar ve her çeşit taşınmaz, 
d) Taşınır ve taşınmazların faydalanma ve kullanma hakları, 
e) Kişisel emek
f) Ticari itibar, 
g) Ticari işletmeler, 
h) Haklı olarak kullanılan devredilebilir elektronik ortamlar, alanlar, adlar ve işaretler gibi değerler, i) Maden ruhsatnameleri ve bunun gibi ekonomik değeri olan diğer haklar, 
j) Devrolunabilen ve nakden değerlendirilebilen her türlü değer, konabilir. 

(2) Kanunun 307 nci maddesinin ikinci, 342 nci maddesinin birinci ve 581 inci maddesinin birinci fıkra hükümleri saklıdır.

Sermaye unsuru ile ilgili olarak aynı zamanda Borçlar Kanunu 621. maddesinde her ortağın sermaye getirmesi gerektiği hüküm altına alınmıştır. Bu sermaye kişisel emekte olabilir, ticari itibarda olabilir.

B. Ortaklar arasındaki ilişki 
I. Katılım payı MADDE 621- (1)
Her ortak, para, alacak veya başka bir mal ya da emek olarak, ortaklığa bir katılım payı koymakla yükümlüdür. 

(2) Sözleşmede aksi kararlaştırılmamışsa katılım payları, ortaklığın amacının gerektirdiği önem ve nitelikte ve birbirine eşit olmak zorundadır. 

(3) Bir ortağın katılım payı, bir şeyin kullandırılmasından oluşuyorsa kira sözleşmesindeki; bir şeyin mülkiyetinden oluşuyorsa satış sözleşmesindeki hasara, ayıptan ve zapttan sorumluluğa ilişkin hükümler kıyas yoluyla uygulanır


3.Sözleşme Unsuru

Adi şirket bir sözleşmeye dayanır. Dolayısıyla iki veya daha fazla kişinin bir sözleşme temelinde bir araya gelmesi gerekir. Buradaki sözleşme, Borçlar kanunda öngörülen iki taraflı sözleşmelerden daha farklıdır. Çünkü burada her kişi ayrı bir taraf oluşturur ve belli bir ortak amacı geliştirmek üzere belirlemek veya sermayeyi birleştirmeyi borçlanırlar.


Normalde sinallagmatik sözleşmelerde her bir tarafın karşılıklı edimleri söz konusudur ve taraflardan biri edimini yerine getirmezse diğer taraf ödemezlik defini ileri sürerek kendi borcunu yerine getirmekten kaçınabilir.

Ancak şirket sözleşmelerinde durum biraz daha farklıdır. Ticaret şirketlerinin tüzel kişiliği olduğu için orada durum daha özel ve somut düzenlemelerle hüküm altına alınmıştır. Ama en basitinden şirket sözleşmelerinde her biri iradesini karşılıklı olarak değilde belli amacı yerine getirmek için ortaklaşa birleşirler şeklinde açıklanmıştır. Dolayısıyla da adi ortaklıkdan kaynaklanan örneğin birinin sarmayı borcunu yerine getirmemesi durumunda diğer taraflar ödemezlik defini ileri süremez. 


Yani örnek vermek gerekirse üç kişi bir adi ortaklık kurdu. Bu adi ortaklık çerçevesinde bir borcunu yerine getirmedi. Diğer taraf ben de borcunu yerine getirmeyeceğim diyemez. Bu durumda ortaklardan her biri borcunu yerine getirmeyen ortağı borcunu yerine getirmesi konusunda zorlayıcı bir dava açması gerekir. Bu dava Latincesi actio pro socio olan ''ortaklık davası''dır. 


Adi ortaklık sözleşmesi herhangi bir şekle tabi değildir. Ancak bunun bir takım istisnaları bulunmaktadır. İlki ortakların sözleşmenin belirli bir şekilde yapılmasını kararlaştırmış olması; ikinci istisnası ise, adi ortaklığa getirilen sermayenin taşınmaz veya devri kanunen özel şekillere tabi mal ve haklar olması halinde en azından sözleşmenin sermayeyle ilgili maddesinin kanunen belirlenen şekilde yapılması gerekir.


4. Ortak Amaç Unsuru

Bir diğer unsurumuz ise ortak amaçtır. O o ortak ama çok çeşitli şekillerde kendini gösterebilir. Ortak amacın sözleşmede belirtilmesi gerekir. Ortak amaç adi ortaklıkta ortakların aynı amaca yönelmesini ifade eder.

Doktrindeki ağırlıklı görüşe göre ortak amacın ekonomik amaç olması gerekir. Ancak ortak amacın kamu düzenine ve genel ahlaka aykırı olmaması gerekir. Emredici kurallara aykırı olmaması gerekir. Ortak amacın imkansız olmaması gerekir.

5. Ortak Çalışma İradesi (Affectio Societatis)

Bir diğer unsurumuz ise ortak çalışma iradesidir. Buna affectio societatis denir. Bir burada birden fazla kişinin bir araya gelmesi ve bir amacı gerçekleştirmek üzere bulunmasını anlıyoruz. Yani taraflardan birinin çaba göstermemesi, ortaklığın amacının elde edilmesi için çaba göstermemesi söz konusu ise burada adi ortaklıktan bahsedilemez. Bu şart esasında adi ortaklığın ortaklarının rekabet etmeme yasağı ve sadakat borcunun da temelini oluşturur.

Bahsettiğimiz unsurların tamamını bünyesinde taşıyan faaliyetler adi ortaklık olarak nitelendirilir. Adi ortaklıkta ticaret şirketlerinde olduğu gibi tüzel kişilik yoktur. Adi ortaklık tüzel kişiliği bulunmasa bile Borçlar Kanununda düzenlenen sözleşmelerden daha çok bir organizasyona ilişkin birliği temsil eder.

Adi ortaklığın düzenlendiği Borçlar kanununun 620 ile 645. maddeleri arasındaki hükümlerin çoğu tamamlayıcı hukuk normu niteliğindedir. Yani özel bir hüküm olmadığı sürece uygulanacak hükümlerdir.



Borçlar kanunda adi ortaklığa ilişkin olarak düzenlenmiş hükümlere bakacak olursak, şirketin bir iç işleyişi ve dış işleyişi bulunmaktadır. Yani iki ayrı ilişki türü vardır. İlk olarak iç işleyişi ele alacağız. 


İç ilişkide tarafların en önemli borcu ve aynı zamanda hakkı ''sermaye koyma''dır. Adi ortaklık, tarafların emek veya sermayelerini bir araya getirdiği durumu ifade eder. Dolayısıyla burada taraflar ortaklığı bir sermaye koymak durumundadır. 621. maddede buna teknik olarak katılım payı denilmiştir. Her ortak para, alacak veya başka bir mal ya da emek olarak ortaklığı bir katılım payı koymakla yükümlüdür.


Sözleşmede aksi kararlaştırılmamışsa katılım payları ortaklığın amacının gerektirdiği önem ve nitelikte ve birbirine eşit olmak zorundadır.


Sermaye koyma borcu yerine getirilmezse, ortaklık sözleşmesi sinallagmatik yani karşılıklı borç doğuran bir sözleşme olmadığı için diğer ortaklardan her biri affectio societatis olarak bilinen ''ortaklık davası'' açabilirler. Burada ortaklar karşılıklı borç doğuran bir sözleşme mevcut olmadığı için ödemezler defi'ni ileri sürerek sermaye koyma borcunu yerine getirmekten kaçınamazlar. Bu davada ortaklar dava sonucundaki sermaye olarak getirilecek unsurların kendisine devrini değil ortaklığa devrini talep edeceklerdir. Gecikme durumu söz konusu ise temerrüt faizi veya gecikme tazminatını da talep etmeleri mümkündür.


Bu davanın ne zaman açılacağı konusunda kanunda bir açıklık söz konusu değildir bu sebeple taraflarca öngörülmemiş ise makul bir süre içerisinde amaca uygun bir şekilde davanın açılması mümkündür.

Ancak sermaye koyma borcunun yerine getirilmemesi şirketin feshi için gerekçe oluşturabilir. Dolayısıyla sermaye koyma borcunu yerine getirilmemesi halinde ortaklık davası süreci tercih edilebileceği gibi sözleşmenin feshi için haklı bir sebep içinde  gerekçe oluşturabilir.


Dolayısıyla iç ilişkide her ortağın bir sermaye koyma borcu bulunmaktadır. Bunun dışında ortaklığın bir ekonomik bir amaca ulaşmak için yani ekonomik bir getiri menfaat sağlama amacıyla kurulduğu için ortakların her biri ortaklığın elde ettiği kazançlardan faydalanma hakkına sahiptir. Bu hak açıkça 622. maddede belirtilmiştir.

II. Kazanç ve zarar 
1. Kazancın paylaşılması 
MADDE 622- Ortaklar, niteliği gereği ortaklığa ait olan bütün kazançları aralarında paylaşmakla yükümlüdürler.

Burada bahsedilen kazanç sadece parasal bir kazanç değildir. Para ve para dışı her türlü kazançtan ortakların yararlanabileceği kabul edilmiştir.

Eğer taraflardan birinin Kazanca katılmayacağını öngörülüyorsa o zaman burada bir ortaklıkdan bahsetmek öğretideki ağırlıklı görüşe göre mümkün değildir. 

Borçlar kanununun 623. maddesinde ise kazanç ve zarara katılma başlığı altında bir kazancın ve zararın paylaşılmasından bahsedilir.

2. Kazanç ve zarara katılma 
MADDE 623- Sözleşmede aksi kararlaştırılmamışsa, her ortağın kazanç ve zarardaki payı, katılım payının değerine ve niteliğine bakılmaksızın eşittir. 

Sözleşmede ortakların kazanç veya zarara katılım paylarından biri belirlenmişse bu belirleme, diğerindeki payı da ifade eder. 

Bir ortağın zarara katılmaksızın yalnız kazanca katılacağına ilişkin anlaşma, ancak katılma payı olarak yalnızca emeğini koymuş olan ortak için geçerlidir.

Bu maddede, aksi sözleşmede kararlaştırılmamışsa, her ortağın kazanç ve zarardaki payının, katılım payı niteliğine bakılmaksızın eşit olduğu söyleniyor. 

Buradaki ''kazanç'' kavramı az önce bahsetmiş olduğumuz ''kazanç'' tan farklı olarak ''kar'' anlamına gelir. Yani belli bir hesap yıl içerisindeki şirketin faaliyetlerinden elde edilen karı ifade eder. 

630. maddeye baktığımızda yönetici ortaklar yılda en az bir defa hesap vermek ve kazanç paylarını ortaklara ödemekle yükümlüdür denilir.


Burada 623. maddeyi 630. Maddeyle birleştirdiğimizde bir hesap dönemi içerisinde elde edilen kazancın paylaştırılması konusunda ortağın elde edeceği payı ifade etmek için de kullanılır. Özetle kazanç dediğimiz zaman 623. madde ile 622. maddede farklı anlamlarda kullanılır.


622. madde çerçevesinde kazanç kavramı daha geniş bir anlama sahipken 623. maddede belli bir hesap döneminde şirketin elde etmiş olduğu karı ifade eder. 

Adi şirkette ortak bir amacın elde edilmesi için kar elde edilebileceği gibi zarar da söz konusu olabilir. Bu durumda ortaklar kara katılma hakkı yanında zarara katılma sorumluluk altındadır. Burada iç ilişkiden bahsedilir. Gizli ortak da zarara katılmak durumundadır. Zaten burada zarara-kara katılım sadece iç ilişkide düzenleyen bir paylaşımdır. Dış ilişkide yani dışa karşı sorumlulukta zaten müteselsilen sorumluluk söz konusudur. Yani kendi aralarındaki bu zarar paylaşımı dış ilişkide üçüncü kişiye karşı zaten ileri sürülenmeyecektir.


Kimin ne kadar kar ve zarara katılacağı şirket sözleşmesinde belirlenebilir. Yani bunun eşit olması zorunlu değildir. Ama eğer sözleşmede herhangi bir paylaşım bakımından düzenleme yoksa o zaman herkesin payı eşit sayılacaktır. Dolayısıyla burada sözleşme serbestisi olduğunu sözleşmede bir hüküm yoksa o zaman tamamlayıcı kural olarak 623. madde üç fıkrasının uygulama alanı bulacağı ve herkesin eşit oranda kar ve zarara katılacağı söylenir.


623. maddenin ikinci fıkrası nda bir Ortağın zararı katılmaksızın yalnızca kazanci katılacağına ilişkin anlaşma yalnızca emeğini koymuş olan ortak için geçerlidir denilmektedir. Buradan şu sonuç çıkabilir sadece emeğini koymamış ortaklar açısından zarara katılmayacağına ilişkin hüküm engellemez. Ancak Doktorin de bu konuda farklı görüşler mevcuttur. Yani bir kimse emeğini getirmemiş sadece sermaye koymuş. Bunun zarara katılmayacağını öngörüsek bunun sonucu ne olur?


Öğretide bir görüş her ne kadar 623. maddenin ikinci fıkrası emeğini koyan ortak açısından böyle bir zarara katılamama şeklinde bir hüküm kurulabileceğini belirtmişse de biz bunu sadece emeğini koyan açısından değil diğer ortaklar açısından da öngörebiliriz şeklindedir.


Buna karşılık diğer bir görüş ise lafzi ifadeler ile yola çıkarak normalde sadece kara katılacağım diyorsa bir ortak burada bu açıdan affectio societatis yani o amacın elde edilmesi için çaba göstermen sorunun ortadan kalkmış olabileceğini söylüyor sonuçta ortaklığın çaba göstermek için yani kar ve zarara katılmak gerekir ki çaba gösterme motivasyona sahip olsun. Emeğini getiren ortak açısından istisna getirilmiştir. Ayrıca şu da söylenebilir emeğini getiren ortak zaten emeğini getireceği için çaba gösterme şartını büyük ihtimal sağlayacaktır bu nedenle diğer ortaklar için böyle bir şart getirilmesi durumunda zarara katılamayacağımnın ön görülmesi durumunda artık bir ortaklıkdan bahsedilemez.


***Sınav esnasında bu iki görüşü de yazabilirsiniz ancak hocamızın görüşü burada kanunun açık ifadesi gereği sadece emeğini koyan ortak açısından böyle bir hüküm getirilebilir şeklindedir. Ancak taraflar sözleşmede böyle bir hüküm koyduysa sözleşmede hüküm geçerli olur ama artık o ortaklıktan affectio societatis şartı sağlanamıyorsa için bir ortaklıktan bahsedemeyiz. Başka bir sözleşme, ödünç sözleşmesindeki hükümler belki veya bilmem başka bir sözleşmenin hükmünün uygulanması daha uygun olur.


Peki bir kimse sadece zarara katılacağına ilişkin bir hüküm koyduğunda bu hüküm geçerli olur mu? Benzer tartışma burada da vardır. Burada ortak bir amaç gelir elde etme, ekonomik bir menfaat elde etmedir taraflardan birinin bu menfaati elde etme gibi bir kaygısı yok tur. Sadece zarara katılmak aslında bağış yapmaktır. Buda kara katılmayacağım sadece zararı katılacağım şeklindeyse sadece bu ortak için bağış sözleşmesinden bahsedilebilir, bu Ortağın dahil olduğu adi ortaklıkdan bahsedilemez. Diğer ortaklar arasında adi ortaklık ilişkisinin varlığı söz konusudur ama bu ortak adi şirketin ortağı sayılmaz.


İç ilişkide bir diğer önemli mevzu mülkiyet rejimidir. Adi ortaklıkta elde edilen mal varlığı üzerindeki mülkiyet hakkı konusunda 638. maddenin ilk fıkrasında el birliği ile mülkiyetin söz konusu olduğu hüküm altına alınmıştır. Yani ortaklığın mal varlığı üzerinde tasarrufta bulunabilmek için bütün ortakların birlikte hareket etmesi gerekir. Bu el birliği mülkiyeti adi şirketin malvarlığının güvencesini oluşturur.

II. Temsilin sonuçları 
MADDE 638- Ortaklık için edinilen veya ortaklığa devredilen şeyler, alacaklar ve ayni haklar, ortaklık sözleşmesi çerçevesinde elbirliği hâlinde bütün ortaklara ait olur. 

Ortaklık sözleşmesinde aksine bir hüküm bulunmadıkça, bir ortağın alacaklıları, haklarını ancak o ortağın tasfiyedeki payı üzerinde kullanabilirler. 

Ortaklar, birlikte veya bir temsilci aracılığı ile, bir üçüncü kişiye karşı, ortaklık ilişkisi çerçevesinde üstlendikleri borçlardan, aksi kararlaştırılmamışsa müteselsilen sorumlu olurlar.

Bu madde ye paralel olarak bir ortağın alacaklıları adi şirket malvarlığı üzerinde elbirliği mülkiyeti altındaki Malvarlığı üzerinde herhangi bir şekilde haciz uygulayamaz. Haczi ancak tasfiye payı üzerinde uygulayabilir. Nitekim 638. maddenin ikinci fıkrasında ortaklık sözleşmesinde aksine bir hüküm bulunmadıkça bir Ortağın alacaklıları haklarını ortağın tasfiyedeki payı üzerinde kullanabilirler denilmiştir.

Elbirliği ile mülkiyetin aksi kararlaştırılır bilir. Yani taraflar kendi içerisinde el birliği mülkiyeti yerine paylı mülkiyeti de kabul edebilirler. 


Elbirliği ile mülkiyet şu açıdan önemlidir. Diyelim ki ortaklığa yeni bir ortak girecek. Bu kişi ortaklığı dahil olduğunda ayrıca bir işlem gerekmeksizin şirketin sahip olduğu bütün mal varlığına elbirliği şeklinde malik olur. Yine ayrılan ortak da ayrıca bir işleme gerek kalmaksızın elbirliği mülkiyetinden çıkar.


Şirketin işleyişi açısından önemli olan bir diğer husus şirketin nasıl yönetileceğidir. 


Ortakların doğrudan dahil olduğu, karar alması gereken konular vardır. 624. maddede ortaklığın alması gereken kararların ortakların oybirliği ile alınacağı öngörülmüştür.

TBK 624 - (1) Ortaklığın kararları, bütün ortakların oybirliğiyle alınır.

(2) Sözleşmede kararların oy çokluğuyla alınacağı belirtilmişse çoğunluk, ortak sayısına göre belirlenir.


Ortakların oybirliği ile karar alacağı durumlar ise şirketin olağan yönetimi dışında kalan ortaklığın yapısı, şirketin yönetimine ilişkin olağanüstü işlere ilişkin konulardır. Mesela ortaklık sözleşmesinin değiştirilmesi, sermayenin arttırılması veya indirilmesi, kar dağıtılması, ortaklar arasındaki ilişkinin başlıklı şekilde başka esaslara bağlanması, yöneticilerin belirlenmesi, ortaklığın sona erdirilmesi gibi durumlar örnek verilebilir.


Yani adi şirkette olağanüstü işlerde yönetim değil ortaklar oybirliğiyle karar alır. Olağanüstü işlemlerin ne olduğu tanımlanmamıştır. Burada kollektif şirkete ilişkin TTK 223. maddeden esinlenilebilir. Bu maddede olağanüstü iş olarak yani yönetimin değil de ortakların karar alması gereken konular, bağışta bulunmak, kefil olmak, üçüncü kişilere garanti vermek, ticari temsilci atamak, taşınmazları satmak, taşınmaz satın almak, teminat göstermek, şirketin özüne ilişkin üretim araçlarına elden çıkarmak, reddetmek veya ticari işletme ehli kurmak. Tüm bunlar ticaret kanununun 223. maddesinde olağanüstü işlem olarak düzenlenmiştir. Bunların dışında ortaklığın yapısına ve ortakları arasındaki ilişkileri ilgilendiren konularda da ve yine yöneticinin yönetim yetkisine sahip kişilerin belirlenmesinde de ortaklar oybirliğiyle karar alırlar. Ancak bunun aksini kararlaştırılabilir, yani sözleşmede ortakların çoğunluğuyla karar alabileceği şeklinde hüküm getirilebilir. 

II – Yönetimin kapsamı
MADDE 223 (1) Şirketin yönetimi kapsamındaki hususlar, şirketin amacını ve konusunu elde etmek için yapılması gereken olağan işlem ve işler ile sınırlıdır. Şirketi yönetenler, şirket menfaatine uygun gördükleri işlerde, olağan işlem ve işlerle sınırlı olmak şartıyla, sulh, feragat ve kabul ile tahkime de yetkilidirler. Şu kadar ki, bağışta bulunmak, kefil olmak, üçüncü kişi lehine garanti vermek, ticari temsilci tayin etmek ve şirket konusuna girmiyorsa taşınmazları satmak, satın almak, teminat göstermek, şirketin özüne ilişkin üretim araçlarını elden çıkarmak, rehnetmek veya ticari işletme rehni kurmak gibi olağan iş ve işlemler dışında kalan hususlarda ortakların oybirliği şarttır.


624. maddenin ikinci fıkrasında, sözleşmede kararların oy çokluğuyla alınacağı belirtilmiş ise çoğunluk, ortak sayısına göre belirlenir denilmektedir. Yani adi ortaklık da işte iki tane ortak olabilir ama birisi %60 paya sahip olabilir birisi %40 paya sahip olur. Bu durumda oy birliği veya oy çokluğu olduğunda da eğer bunun paya endeksli bir oy çoğunluğu olduğu belirtilmemişse yine iki kişinin karar alması gerekir. Ama eğer pay oranlarına göre karar alınacaktır denmiş ise bu durumda %60 paya sahip olan kişi tek başına karar alabilir. Dolayısıyla bunu da yasaklayan bir durum söz konusu değildir. Alınır. Pay sahiplerinin sayısının çoğunluğuna göre karar alabileceği ön görülebilecek sözleşmede veya payın oranına göre karar alınabilecek öngörülebilir.

Adi ortaklıkla ilgili yönetimin 625. maddede ayrıca düzenlenmiştir. Bu maddede özetle yönetimin sözleşme veya ortaklık kararıyla yalnızca bir veya birden çok ortağı Yada üçüncü bir kişiye bırakılmış olmadıkça bütün ortaklar ortaklığı yönetme hakkına sahiptir denilmektedir. 


625. maddenin ikinci fıkrası nda ise ortaklığı yönetmeye yetkili olan her ortak tamamlanmasından önce işleme itiraz etmek suretiyle bu işlemin yapılmasını engelleyebilir denilmektedir.


Ortakla genel yetkili bir temsilci atanması ve ortaklığın olağanüstü işleri için ortakların oybirliği ile karar alması gerekir. Ancak oy birliği dışında bir esas öngörülmesi mümkündür. Ancak gecikmesinde sakınca olan hallerde bu konuda yönetici ortakların her biri yetkilidir.


Yönetim hakkının sona ermesinden de bahsetmek de gerekir. 629. maddede ortaklık sözleşmesi ile ortaklardan birine verilen yönetim yetkisi haklı bir sebep olmaksızın diğer ortaklarca kaldırlamaz ve sınırlandırılamaz diyor.


Burada her bir ortak münferiden yönetim yetkisini kaldıramaz. Dolayısıyla yönetim yetkisinin haklı bir sebep olmaksızın kaldırılamaması ortakların münferiden bunu kaldıramayacağını ifade eder ki 629. maddenin ikinci fıkrası da bunu destekler. Fıkrada ortaklık sözleşmesinde yetkinin kaldırılamayacağına ilişkin bir hüküm bulunsa da haklı bir sebep varsa diğer ortaklardan her biri yönetim yetkisini kaldırabilir denilmektedir. Yani haklı bir sebep varsa ortaklardan her biri münferiden tek başına yönetim yetkisini kaldırma yetkisine sahiptir. 


haklı sebep üçüncü fıkrada yönetici Ortağın görevini aşırı şekilde ihmal etmesi veya iyi yönetim için gerekli olan yeteneğini kaybetmesi durumunda vardır denilmektedir.


Bir ortak yönetici ortağı görevini ihmal etmesi sebebiyle yönetim yetkisini kaldırdığını bildirirse ve yönetici ortak buna itiraz Edip yönetim görevlerini yerine getirmeyi sürdürürse diğer ortaklar bu durumda bir eda davası değil tespit davası açmalıdır. Haklı sebeple fes edildiğinin tespitine ilişkin bir dava açılmalıdır. 


O eğer yönetici ortaklığı yetkisini açıyorsa yani görevden alınmasına rağmen yönetim işlerini yapmaya devam ediyorsa artık burada vekalet siz iş görmeye ilişkin hükümlerin uygulanması gerekir.

TBK'nın 631. maddesinde ise denetim yetkisi düzenlenmiştir.


Dersler Bölümüne Erişebilmek İçin Bizimle İletişime Geçmeniz ve Almış Olduğunuz Mail ve Şifre ile Sign Up Bölümünden Giriş Yapmanız Gerekmektedir.